"Pilot" / 8.Sayfa
Ortak Yoga Protokolü, Periferik Kan CD34+ Hücrelerini Artırır: Açık Etiketli Tek Kollu Keşifçi Bir Deneme
Makale, CYP (Ortak Yoga Protokolü) adı verilen bir yoga pratiğinin sedanter yetişkin kadınların sağlık ve refahları üzerindeki etkilerini inceleyen bir çalışmanın bulgularını tartışmaktadır. Çalışma, CYP’yi katılımcıların günlük rutinlerine dahil etmenin fizyolojik, fiziksel ve psikolojik faydalarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Çalışmanın sonuçları birkaç olumlu sonuç göstermiştir. CYP uygulamasını üç ay boyunca sürdüren katılımcılar, hematopoietik ve endotel kökenli progenitör hücreler olan CD34+ hücrelerinde bir artış yaşamışlardır. Bu hücreler, rejeneratif süreçler ve anjiyogenez (yeni kan damarlarının oluşumu) ile ilişkilidir. Çalışma ayrıca genel sağlıkta bir iyileşme, anksiyete düzeylerinde azalma ve görsel ile yürütme fonksiyonlarının artması gözlemlemiştir.
Ayrıca, çalışma CYP uygulamasından üç ay sonra vücut ağırlığında ve vücut kitle indeksinde önemli bir azalma tespit etmiştir. Katılımcıların lipid profillerinde önemli değişiklikler olmasa da, yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) düzeylerinde artış eğilimi gözlenmiştir. HDL, kardiyovasküler onarımında rol oynar ve CD34+ hücrelerinde artışla ilişkilidir.
Çalışma, HDL ile anjiyogenez belirteçleri olan VEGF (vasküler endotel büyüme faktörü) ve Angiogenin arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır. Ayrıca VEGF, beyin türetilmiş sinir büyüme faktörü (BDNF) ve Angiogenin arasında pozitif korelasyonlar bulunmuştur, bu da anjiyogenez ve nörogenezle ilgili moleküller arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Ayrıca, anksiyete düzeyleri ile BDNF ve VEGF arasında negatif bir ilişki gözlenmiştir.
Çalışma, özellikle CYP’nin, CD34+ hücrelerini artırarak ve anjiyogenezi teşvik ederek yaşlanmada faydalı olabileceğini ve bu şekilde kardiyovasküler hastalık riskini azaltabileceğini önermiştir. Yoga pratiği sırasında nefes teknikleri ve sempatik yanıtlar aracılığıyla aniden indüklenen aralıklı hipoksi, bu etkilere katkıda bulunabilir.
Sonuç olarak, çalışma, CYP’nin günlük rutinin bir parçası olarak 45-50 dakika boyunca uygulanmasının fiziksel, fizyolojik ve psikolojik sağlık faydaları sağlayabileceğini vurgulamaktadır. Genel yaşam kalitesini artırabilir, bilişsel fonksiyonları iyileştirebilir ve bulaşıcı olmayan hastalıkları potansiyel olarak önleyebilir. Yoga pratiği sırasında aktive olan aralıklı hipoksik mekanizmanın, kök hücre proliferasyonunu ve anjiyogenezin uyarılmasına katkıda bulunduğuna inanılmaktadır.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Lokal Profilaktik Teikoplaninin Spinal Füzyon Cerrahisine Etkisi: Karşılaştırmalı Retrospektif Bir Çalışma
Bu çalışma, lomber spinal stenoz için dekompresyon ve posterior enstrümantasyon (DPI) geçiren hastalarda cerrahi bölge enfeksiyonlarını (CBE) önlemede lokal subfasyal teikoplanin ile vankomisinin etkinliğini ve cerrahi sonuçlar üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışmaya toplamda 101 hasta dahil edildi ve teikoplanin grubu, vankomisin grubu ve kontrol grubu (lokal profilaktik antibiyotik kullanılmayan grup) olarak üçe ayrıldı. Sonuçlar, gruplar arasında demografik özellikler, takip süresi, klinik ve fonksiyonel sonuçlar açısından anlamlı farklılık olmadığını gösterdi. Teikoplanin ve vankomisin gruplarında CBE oranı kontrol grubuna göre daha düşük olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Bununla birlikte, teikoplanin grubunda diğer gruplara kıyasla postoperatif füzyon hacmi anlamlı derecede yüksekti. Çalışma, teikoplaninin CBE’leri önlemede vankomisine iyi bir alternatif olabileceğini ve daha yüksek bir füzyon oranına sahip olduğunu, ancak diğer sonuçlar açısından üstünlük görülmediğini sonuçlandırmıştır.
Hazırlayan: Elif Özge İNAN
İleri Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Birinci Nesil Epidermal Büyüme Faktörü Reseptör İnhibitörleri Artı Antianjiyojenik İlaçlara Karşı Üçüncü Nesil Epidermal Büyüme Faktörü Reseptör İnhibitörleri: Bir Meta-Analiz
Bu meta-analiz, non-küçük hücreli akciğer kanseri (NSAK) hastalarında EGFR mutasyonlarına sahip olanlarda üçüncü nesil EGFR-TKİ’lerin birinci nesil EGFR-TKİ’lerle anti-angiyojenik ilaçların kombinasyonuyla karşılaştırıldığında benzer etkinlik sağladığını gösteriyor. Ancak, bazı alt gruplarda üçüncü nesil EGFR-TKİ’lerin daha iyi sonuçlar verdiği görülmüştür. Objektif yanıt oranı açısından ise farklılık yoktur. Üçüncü nesil EGFR-TKİ’lerin kullanımında yan etkilerin riski biraz daha yüksektir. Bu çalışma, üçüncü nesil EGFR-TKİ’lerin alternatif bir seçenek olabileceğini, ancak tedavi seçiminde daha fazla veriye ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Şu anda EGFR mutasyonlu NSAK hastalarında üçüncü nesil EGFR-TKİ’ler tercih edilmektedir.
Hazırlayan: Ceren Sert
≤10mm Rektal Nöroendokrin Tümörler Için Endoskopik Mukozal Rezeksiyonun Endoskopik Submukozal Diseksiyona Karşı Etkinliği: Sistematik Bir İnceleme Ve Meta-Analiz
Bu meta-analiz, ≤ 10 mm çapındaki rektal nöroendokrin tümörlerin tedavisinde EMR ve ESD yöntemlerinin karşılaştırıldığını ortaya koyuyor. Sonuçlar, her iki yöntem arasında tedavi başarısı ve komplikasyon oranlarında fark olmadığını gösteriyor. Ancak, EMR daha kısa sürede gerçekleştirilebiliyor ve daha ekonomik bir seçenek olarak öne çıkıyor. Sonuç olarak, EMR ve ESD’nin ≤ 10 mm rektal NET tedavisinde benzer etkinlikte olduğu, ancak EMR’in daha hızlı ve daha ekonomik olduğu söylenebilir.
Hazırlayan: Ceren Sert
Bu çok merkezli, kontrol grubuyla yapılan çalışma, kronik subdural hematomun tedavisinde deksametazon kullanımının burr-hole drenaj ile karşılaştırıldığında noninferior olup olmadığını belirlemeyi amaçlamaktadır. Toplamda 252 semptomatik hasta kaydedildi, bunlardan 127’si deksametazon grubuna ve 125’i cerrahi grubuna atandı. Çalışma, deksametazon grubundaki güvenlik ve sonuç endişeleri nedeniyle önceden sonlandırıldı. Birincil sonuç olan 3 ay sonra modifiye Rankin skalası ile değerlendirilen fonksiyonel sonuçlar, deksametazonun cerrahiye kıyasla noninferiorite kriterlerini karşılamadığını gösterdi. Deksametazon grubunda daha fazla komplikasyon ve daha yüksek bir oranda ek cerrahi müdahale gerekti. Bu bulgulara dayanarak, kronik subdural hematom yönetiminde deksametazon tedavisinin burr-hole drenaj kadar etkili olmadığı sonucuna varıldı.
Hazırlayan: Ceren Sert
iPSC tabanlı ilaç keşfi, ALS’de ropinirolün faz 1/2a denemesine yol açtı. Sporadik ALS’li 20 katılımcı, güvenlik, tolere edilebilirlik ve terapötik etkileri değerlendirmek için çift kör dönemde 24 hafta boyunca ropinirol veya plasebo aldı. Advers olaylar her iki grupta da benzerdi. Çift kör dönem boyunca kas gücü ve günlük aktivite korunmuş, ancak ALS hastalarının fonksiyonel durumunu değerlendiren ALSFRS-R’deki düşüş plasebo grubundakinden farklı olmamıştır. Bununla birlikte, açık etiketli uzatma döneminde, ropinirol grubu ALSFRS-R düşüşünün önemli ölçüde baskılandığını ve 27,9 haftalık ek hastalık ilerlemesiz sağkalım gösterdi. Katılımcılardan elde edilen iPSC türevli motor nöronlar, dopamin D2 reseptör ekspresyonu ve terapötik etkilerde SREBP2-kolesterol yolunun potansiyel bir katılımını gösterdi. Lipid peroksit, hastalığın ilerlemesini ve ilaç etkinliğini değerlendirmek için klinik bir vekil belirteci temsil etmektedir. Sınırlamalar arasında küçük örneklem boyutları ve açık etiketli uzatma döneminde daha fazla doğrulama gerektiren yüksek yıpranma oranları yer almaktadır.
Hazırlayan: Elif Özge İNAN
Anevrizmal Subaraknoid Kanama Hastalarında Asetilsistein ve Selenyumun Etkinliği: Prospektif, Çok Merkezli, Tek Kör Randomize Kontrollü Bir Çalışma
Bu ileriye dönük, çok merkezli randomize bir denemede, akut anevrizmal subaraknoid kanama (aSAH) hastalarında antioksidanların potansiyel nörokoruyucu rolünü araştırmak amaçlanmıştır. Antioksidan grubuna intravenöz olarak asetilsistein ve selenyum 14 gün süreyle verilirken, antioksidan olmayan grup plasebo aldı. Çalışma, antioksidan tedavisinin aSAH hastalarında perihematomal ödem (PHE) hacminde, orta çizgi kaymasında, vazospazmda veya hidrosefalusda anlamlı bir azalmaya neden olmadığını bulmuştur. Bununla birlikte, antioksidan alan hastalarda yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) kalış süresi anlamlı şekilde kısalmıştır. aSAH hastalarında antioksidanların klinik etkilerini netleştirmek için daha optimal dozaj programları ve kesin sonuç hedefleri gerekmektedir.
Hazırlayan: Elif Özge İNAN
Pulmoner Kapak Replasmanı İçin Pompa Dışı Enjekte Edilebilir Kapaklara Karşı Pompa İçi Geleneksel Doku Kapakları: Enjekte Edilebilir Kapak İmplantasyonu Randomize Çalışması
Bu çalışma, pulmoner kapak replasmanı ameliyatı gereken hastalarda enjekte edilebilir doku pulmoner kapağın (IPVR) etkinliğini standart pulmoner kapak replasmanı (SPVR) ile karşılaştırmayı amaçlamıştır. Randomize kontrollü bir çalışma olup 19 katılımcıdan 11’i IPVR’ye ve 8’i SPVR’ye atanmıştır. Ölçülen birincil sonuç, ameliyattan sonraki ilk 24 saat içinde göğüs drenaj hacmiydi. İkincil sonuçlar arasında hastane içi klinik sonuçlar, ameliyat sonrası 6. ayda kapak ve kalp fonksiyonu ve ameliyat sonrası 6. hafta ve 6. ayda sağlıkla ilgili yaşam kalitesi yer almıştır. Sonuçlar, IPVR’nin SPVR’ye kıyasla önemli ölçüde daha düşük göğüs drenaj hacmi ile sonuçlandığını göstermiştir. Bununla birlikte, ekstübasyona hazır olma, taburculuğa uygunluk veya yoğun bakım ünitesinden ilk taburcu olma süresi gibi diğer ölçümlerde anlamlı bir fark yoktu. IPVR grubundaki altı katılımcı kardiyopulmoner baypas gerektirmiştir. Genel olarak, IPVR göğüs dren hacminde azalma göstermiş ancak bu çalışmada SPVR ile karşılaştırıldığında herhangi bir ek fayda göstermemiştir.
Hazırlayan: Elif Özge İNAN
Spontan Supratentoryal İntraserebral Kanama İçin Endoskopik Cerrahi Ve Konvansiyonel Kraniyotomi Arasındaki Tedavi Sonuçları: Randomize Kontrollü Bir Çalışma
Bu çalışmada, spontan supratentorial intraserebral kanama (ICH) çıkarılması için endoskopik cerrahi (ES) ile geleneksel kraniotomi (CC) arasındaki etkinliği değerlendirdi. Sonuçlar, ES grubunun CC grubuna göre daha yüksek oranda olumlu sonuçlara sahip olduğunu gösterdi, ancak başlangıçta istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Kovaryatlar ayarlandıktan sonra, ES grubu hala işlevsel sonuçlarda önemli bir iyileşme gösterdi. Ayrıca, ES grubunun CC grubuna göre daha kısa ameliyat süresi ve daha düşük intraoperatif kan kaybı olduğu görüldü. Pıhtı boşaltma ve komplikasyon oranları iki grup arasında benzerdi. Alt grup analizleri, ES’nin daha genç hastalarda (<60 yaş), 6 saat veya daha fazla bir gecikme sonrasında yapılan ameliyatlar ve derin ICH içeren vakalarda potansiyel faydalarını gösterdi. Genel olarak, çalışma, ICH çıkarılması için ES’nin, CC’ye kıyasla iyileştirilmiş işlevsel sonuçlara yol açan güvenli ve etkili bir yaklaşım olduğunu sonuçlandırdı.
Hazırlayan: Ceren Sert
Tkp Nedeniyle Yoğun Bakım Ünitesine Kabul Edilen Hastalarda Makrolid Tedavisinin Uzun Vadeli Mortalite Üzerindeki Etkisi: Hedeflenen Maksimum Olasılık Tahmini Ve Sağkalım Analizi
Bu çalışma, toplum kaynaklı pnömoni (TKP) nedeniyle yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul edilen hastalarda makrolid temelli tedavinin uzun vadeli mortalite üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma, makrolid temelli tedavi uygulanan hastaların, makrolid almayanlara kıyasla daha iyi uzun vadeli klinik sonuçlara sahip olduğunu bulmuştur. Hastane kabulünden altı ay ve on iki ay sonra mortalite riski, makrolid temelli tedavi grubunda önemli ölçüde daha düşük bulunmuştur. Makrolid temelli tedavi, altı ay ve on iki ayda ölme riskini yaklaşık üçte bir oranında azaltmıştır. Sonuç olarak, TKP’li YBÜ hastalarında makrolid temelli tedavinin uzun vadeli mortalite üzerinde olumlu bir etkisi olduğu gösterilmiştir.
Hazırlayan: Ceren Sert