"Pilot" / 4.Sayfa
Çalışma, ödüllendirici gıda kaçınma ve cezalandırıcı gıda tüketiminin yüksek kalorili gıdalardan kaçınma ve gıda ile ilişkili uyaranlara karşı koşullu tepkiler üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamıştır. Ayrıca, kaçınma davranışlarının işlevini ve ödül ve cezaların kaldırılmasından sonra davranışlarda ve koşullu tepkilerdeki değişikliklerin kalıcılığını araştırmıştır. Sonuçlar, deneysel koşulda yer alan katılımcıların, ödül ve cezanın tanıtılmasından sonra artan gıda kaçınma, korku tepkileri ve azalan yeme istekleri sergilediğini göstermiştir. Bu etkiler, kaçınma davranışlarının mümkün olmadığı durumlarda daha güçlüydü ve ödüller ve cezalar sona erdirildiğinde bile devam etti. Bulgular, klasik ve operant öğrenme süreçlerinin, özellikle anoreksiya nervoza hastalarında işlev bozukluğu olan yeme davranışlarının gelişimine ve sürdürülmesine katkıda bulunabileceğini göstermektedir. Çalışma, anoreksiya nervoza tedavisinde tehdit inançları ve korkuların ele alınmasının önemini, potansiyel olarak maruz kalma terapisi aracılığıyla vurgulamaktadır. Yeme bozukluğu semptomlarını ve tedavi sonuçlarını tahmin etmede koşullandırma görevlerinin geçerliliğini araştırmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır, aynı zamanda ekolojik geçerliliği artırmak ve bireysel farklılıkları incelemek gerekmektedir. Genel olarak, koşullandırma paradigmaları, gıda kısıtlaması ve kaçınmanın temelinde yatan mekanizmalar hakkında değerli bilgiler sağlayabilir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Mikrosferofakiaya Sahip Subluksasyonsuz Çocuklarda Göz İçi Lens İmplantasyonunun Görsel Sonuçları Ve Güvenlik Profiliyle Afaki Arasındaki Karşılaştırma
Bu retrospektif çalışma, mikrosferofaki hastalığına sahip çocuklarda göz içi mercek (IOL) implantasyonunun, gözün afaki bırakılması ile karşılaştırıldığında görsel, refraktif ve cerrahi sonuçlarını inceledi. Çalışmaya 12 göz IOL implantasyonu yapılan (A grubu) ve 10 gözün afaki bırakıldığı (B grubu) 22 göz dahil edildi. Takip süresi 0,5 ila 2,16 yıl arasında değişti. Her iki grup da benzer başlangıç görsel keskinliği sergiledi. Son görsel keskinlik gruplar arasında karşılaştırılabilir oldu. IOL grubunda daha yüksek başlangıç retansiyon kuvveti gözlendi, afaki grubunda ise daha fazla vitreusla ilişkili komplikasyonlar görüldü. Çalışma, mikrosferofaki vakalarında IOL implantasyonunun, özellikle kaynak sınırlı bölgelerde, seçilmiş durumlarda bir seçenek olarak değerlendirilebileceğini önermektedir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Ağızdan Alınan Sildenafil Sitrat: Kadınlarda Endometrial Kalınlığın İyileştirilmesi Ve Açıklanamayan İnfertilite Tedavisi İçin Potansiyel Bir Yaklaşım
Bu ileriye dönük randomize edilmiş çalışma, açıklanamayan infertilite sorunu yaşayan kadınların tedavisinde sildenafil sitratın klomifen sitrat (CC) ile birlikte kullanılmasının etkisini araştırmıştır. 130 kadın, iki gruba ayrılmış ve her iki grup da CC alırken çalışma grubuna ayrıca oral sildenafil sitrat verilmiştir. Ovulasyon, folikül sayısı ve endometrial kalınlık (ET) değerlendirmek için transvajinal ultrason yapılmıştır. Gebelik oranları değerlendirilmiş ve yan etkiler ile gebelik sonuçları takip edilmiştir.
Çalışma, çalışma grubunda median ET’nin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğunu bulmuştur. Çalışma grubunda gebelik sayısı artmasına rağmen, fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. İnfertilite süresi 2 yıldan daha kısa olan çalışma grubunda ET’de daha büyük iyileşmeler görülmüştür. Çalışma grubunda en belirgin yan etki baş ağrısı olmuştur.
Sonuç olarak, sildenafil sitratın CC tedavisine eklenmesi, açıklanamayan infertilite sorunu yaşayan kadınlarda özellikle daha kısa infertilite süresine sahip olanlarda endometrial kalınlığı artırmak için umut verici bir yaklaşımdır. CC’nin antiöstrojenik etkilerini dengelemeye yardımcı olur.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Kronik Kalp Yetmezliği Olan Hastalarda Eplerenon ve Spironolakton'un Sol Ventriküler Sistolik Fonksiyon, Hastaneye Yatış ve Kardiyovasküler Ölüm Üzerine Etkinliği-HFrEF
Bu çalışma, kronik kalp yetmezliği olan hastalarda düşük ejeksiyon fraksiyonu ile ilgili olarak iki ilaç olan eplerenon ve spironolaktonun etkinliğini karşılaştırdı. 12 aylık tedavinin ardından, eplerenon grubunda sol ventrikül sistolik fonksiyonunda önemli iyileşmeler görüldü, bunlar sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda artış ve sol ventrikül son sistolik hacminde azalma şeklindeydi. Eplerenon grubu, spironolakton grubuna kıyasla sol ventrikül global longitudinal gerilmesinde daha iyi sonuçlar gösterdi. Ayrıca, eplerenon grubunda kardiyovasküler mortalite ve tüm nedenlere bağlı mortalite spironolakton grubuna kıyasla daha düşüktü. Bununla birlikte, kardiyovasküler ölüm veya kalp yetmezliğine bağlı hastaneye yatış gibi birincil bileşik sonuç açısından iki grup arasında anlamlı bir farklılık yoktu. Genel olarak, çalışma, düşük ejeksiyon fraksiyonu olan kronik kalp yetmezliği olan hastalarda eplerenonun kardiyak remodelleme üzerinde olumlu etkilere ve mortalite azalmasına sahip olduğunu göstermektedir, bu da bu hastalar için önemli bir tedavi seçeneği yapmaktadır.
Hazırlayan: Ceren Sert
Osteosarkomlu Hastalarda Pulmoner Metastazın Klinik Modeli: Yeni Bir Çoklu Makine Öğrenme Tabanlı Risk Tahmini
Bu çalışmanın amacı, osteosarkoma (OS) hastalarında pulmoner metastaz için klinik bir tahmin modeli oluşturmaktı ve bunu çoklu makine öğrenme tekniklerini kullanarak gerçekleştirdi. 612 OS hastasının verileri toplandı ve çeşitli klinik göstergeler analiz edildi. Lojistik regresyon analizi bağımsız öngördürücüleri belirledi ve pulmoner metastaz riskini tahmin etmek için bir nomogram geliştirildi. Modelin performansı, uyum indeksi ve kalibrasyon eğrisi kullanılarak değerlendirildi. Nomogramın öngörü gücü, alıcı işletim karakteristik eğrisi kullanılarak değerlendirildi. Karar eğrisi analizi ve klinik etki eğrisi, nomogramın klinik değerini gösterdi. Çalışma, OS hastalarında akciğer metastazlarını tahmin etmede klinisyenlere yardımcı olabilecek ve kişiye özel tanı ve tedavi rehberliğini geliştirebilecek yeni bir risk modeli sunmaktadır.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Bu çalışma, büyük pedünkülsüz kolorektal poliplerin (LNPCP’ler) endoskopik rezeksiyonu (ER) sonucunda oluşan kolorektal darlıkları araştırdı. Araştırmacılar, LNPCP’leri ≥40 mm olan hastaların ER geçirdiği verileri analiz etti. ER defektinin genişliği lüminal çevreleyiciğe dayanarak kategorize edildi. Çalışma, ER defekti ≥90% olan hastaların yüksek bir yüzdesinin darlık geliştirdiğini ve bu darlıkların önemli bir kısmının şiddetli olduğunu buldu. Öte yandan, ER defekti <60% olan hastalarda darlık riski minimaldi. Şiddetli darlıklar, orta düzeydeki darlıklara göre daha erken ve daha sık balon dilatasyonu gerektirdi. Çalışma, ER ile ilişkili kolorektal darlıkların yaygınlığını, risk faktörlerini ve yönetimini vurgulamakta ve bu darlıkların yönetimi için standart bir yaklaşıma ilişkin bilgiler sunmaktadır.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Bu çalışma, hipotiroidizm ile romatoid artrit (RA) arasındaki ilişkiyi Mendel rastgeleleştirme yöntemi kullanarak araştırmayı amaçlamıştır. Analiz, Avrupa kökenli ve Asya kökenli popülasyonlarda gerçekleştirilmiştir.
Sonuçlar, hipotiroidizm ile RA riski arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermiştir. Çeşitli analiz yöntemleri bu ilişkiyi tutarlı bir şekilde desteklemiştir. Çalışma ayrıca, rs4409785 adlı belirli bir genetik varyantın RA’nın gelişiminde immün hücreleri etkileyerek rol oynayabileceğini belirlemiştir.
Sonuç olarak, bu çalışma hipotiroidizm ile RA riski arasında nedensel bir ilişkinin varlığını destekleyen kanıtlar sunmaktadır. RA’nın gelişiminde rol oynayan genetik faktörlerin anlaşılması, bilgimizi artırabilir.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bu vaka raporu, şiddetli karın ağrısı olan ve hipertrigliseridemik pankreatit teşhisi konulan 24 yaşında bir Etiyopyalı erkeği tanımlamaktadır. Bölgedeki sınırlı tedavi seçenekleri nedeniyle hastaya intravenöz insülin infüzyonu ve subkutan heparin tedavisi uygulanmıştır. Tedavi, serum trigliserid düzeylerinde önemli bir azalmaya neden olmuş ve hastanın komplikasyon olmaksızın taburcu edilmesini sağlamıştır. Yazarlar, kaynak sınırlı bölgelerde hipertrigliseridemik pankreatitin tedavisinde etkili ve erişilebilir bir tedavi olarak insülin ve heparin tedavisinin önemini vurgulamakta ve bölgedeki araştırmacıları ve klinisyenleri bu yaklaşımı benimsemeye ve kullanımına dair kanıtlara katkıda bulunmaya çağırmaktadır.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bu çalışmanın amacı, cerrahi maskelerin solunum üzerindeki etkisini araştırmak ve çocukları yetişkinlerle karşılaştırmak için daha önce yapılmamış olan bir çalışmadır. Prospektif bir müdahale çalışması olarak tasarlanan çalışmaya 71 yetişkin ve 49 çocuk olmak üzere toplam 119 kişi katıldı. Maskesiz dönemdeki veriler kontrol olarak kullanıldı ve ardından ASTM Seviye 3 tek kullanımlık cerrahi maske takılarak 15 dakika boyunca veriler toplandı.
Sonuçlar, cerrahi maske takıldıktan sonra karbondioksit (CO2) düzeylerinin istikrarlı bir duruma geldiğini ve ortalama CO2 seviyelerinin tüm yaş gruplarında anlamlı bir şekilde yükseldiğini gösterdi. İki ila yedi yaş arasındaki grup için CO2 seviyelerindeki artış, yedi ila on dört yaş arasındaki grup ve yetişkinlerden daha yüksekti. Çocuk grubunda yaş ile CO2 seviyeleri arasında negatif ve anlamlı bir ilişki bulundu. Maske takmanın yetişkinlerde ve çocuklarda ETCO2 (solunan CO2) seviyelerinde anlamlı bir artışa neden olduğu, ancak bu değişikliklerin klinik olarak önemsiz olduğu sonucuna varıldı.
Sonuç olarak, cerrahi maske takmanın ICO2 (gelen CO2) seviyelerinde anlamlı bir artışa neden olduğu ancak bu değişikliklerin klinik olarak önemsiz olduğu görüldü. ETCO2 ve diğer değişkenler normal sınırlar içinde kaldığı için cerrahi maskenin solunum üzerindeki etkilerinin klinik olarak anlamlı olmadığı sonucuna varılmıştır.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bu çalışmada, Helicobacter pylori (H. pylori) enfeksiyonunun tedavi edilememesi durumunda vonoprazan temelli bir tedavi yönteminin etkinliği araştırılmıştır. Çalışmaya önceki tedavilerinde başarısızlık yaşayan 68 hasta dahil edilmiştir. 14 günlük süre boyunca hastalara vonoprazan, amoksisilin ve Saccharomyces boulardii kombinasyonu verilmiştir. Tedavi sonrasında yapılan değerlendirmelerde, hastaların %92,6’sında (63/68) ve %92,3’ünde (60/65) H. pylori’nin başarılı bir şekilde eradikasyonu sağlanmıştır. Bu sonuç, önceki tedavi başarısızlığı sayısıyla ilişkili değildir. Direnç oranları incelendiğinde, klaritromisin, metronidazol ve levofloksasin’e karşı direnç oranları sırasıyla %91,3, %100,0 ve %60,9 olarak bulunmuştur. Yan etkiler hafif düzeyde olup müdahale gerektirmemiştir. Hastaların %95,6’sı tedaviye uyum sağlamıştır. Bu çalışma, vonoprazan temelli tedavinin, önceki tedavi başarısızlığı durumunda etkili bir kurtarma tedavisi seçeneği olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, vonoprazan temelli tedavi rejimi, önceki tedavi başarısızlığı yaşayan hastalarda %90’dan daha yüksek bir başarı oranıyla güvenli ve etkili bir tedavi seçeneğidir.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz