"Vektör" / 6.Sayfa
Bu çalışma, gastrointestinal ve nörolojik hastalıklarla ilişkilendirilen çeşitli fare modellerinde ve diyet değişikliklerinde bağırsak bakterilerinin beyne taşınmasını araştırıyor. Araştırma, bağırsak bakterileri ile beyinde bulunanlar arasında çok sayıda kanıt yoluyla net bir bağlantı kuruyor. Beyinde bulunan bakterilerin bağırsakları kolonize etme yeteneği olduğu biliniyor ve test edilen tüm modellerde beyinden alınan bakterilerin aynı zamanda dışkı veya ince barsak örneklerinde tespit edildi. İntestinal mikrobiyom antibiyotiklerle değiştirildiğinde, beyinde bulunan bakterilerde değişiklikler gözlemlendi. Ayrıca, dışarıdan verilen bakterilerle kolonize edilen farelerin beyinlerinde aynı bakterilerin bulunduğu görüldü. Önemli bir şekilde, çalışma, bağırsak geçirgenliğinin artmasının bakterilerin bağırsaktan kaçmasını kolaylaştırdığını buldu.
Buna ek olarak, bağırsak bakterilerinin beyne taşınmasının, kan-beyin bariyerinin ihlal edilmeden, kanda bakteri tespit edilmeden veya bakterilerin diğer organlara yayılmadan gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Veriler, bunun yerine vagus sinirinin bu taşınmaya kısmen veya tamamen olanak sağlayan anatomik bir iletişim yolu olarak hizmet edebileceğini öne sürmektedir. Beyin ve bağırsak mikrobiyomundaki bakterilerin beyin ve bağırsakla aynı olduğunu gösteren vagon sinirinin her iki tarafından da bakterilerin izlendiği desteklenmektedir. Tek taraflı servikal vagonotomi, beyindeki bakteri sayısını azaltmıştır, bu da vagon sinirinin rolünü göstermektedir. Çalışma, beyinde düşük düzeyde bakteri varlığını gözlemlemiştir ve akut enfeksiyona neden olmamış olsa da, nöroinflamasyonla ilişkilendirilen mikrogliyal değişiklikler ve nöral protein birikimi oluşumuna neden olmuştur. Bu bulgular, bağırsak bakterilerinin beyne taşınmasının belirli nörodejeneratif ve nörogelişimsel hastalıklarda erken bir olay olabileceğini, bu da çeşitli nörolojik koşullar arasında ortak bir bağlantı sağlayabileceğini önermektedir. Ayrıca, bu süreçte genetik ve çevresel faktörlerin etkisini vurgulayan ve nöroinflamasyon olgularını ve protein birikimi oluşumunu tersine çevirme potansiyeline sahip terapötik müdahalelerin bulunabileceğine işaret etmektedir.
Hazırlayan: Elif Özge İnan
Adli Psikiyatri Popülasyonlarında Şiddet Riski Değerlendirme Araçları: Sistematik Bir İnceleme Ve Meta-Analiz
Bu makale, adli psikiyatri popülasyonlarında kullanılan şiddet riski değerlendirme araçlarının sistematik bir inceleme ve meta-analizini sunar. Araştırmacılar, bu araçların adli ruh sağlığı ayarlarında yaygın olarak kullanıldığı yerde, bu araçların tahmin edici performansını değerlendirmeyi amaçladılar.
Onlar, 50 uygun yayını içeren kapsamlı bir inceleme yaptılar; 36 farklı risk değerlendirme aracını ve 12 farklı ülkeden toplam 10,460 katılımcıyı içeriyordu. Taburculuktan sonraki şiddetin en yaygın ölçümü yeni suç işleme veya yeniden suç işleme idi. Genel bulgular, bu risk değerlendirme araçlarının tahmin edici performansının karmaşık olduğunu göstermektedir. Çoğu çalışma, yalnızca ayrım ölçütü olarak alıcı işletme karakteristik eğrisi altındaki alanı (AUC) bildirdi ve kalibrasyon, duyarlılık ve özgüllük gibi diğer önemli performans ölçütleri sıkça eksikti.
Ayrıca, çalışmaların çoğunluğunun yetersiz analitik yaklaşımlardan kaynaklanan yüksek bir yanlılık riskine sahip olduğu belirlendi. Meta-analiz, şiddetin yeniden işlenmesine odaklandı ve farklı risk değerlendirme araçları arasında değişen tahmin yeteneği düzeylerini gösterdi, AUC değerleri 0.64 ila 0.72 arasında değişiyordu. Makale, adli ruh sağlığı alanındaki mevcut şiddet riski değerlendirme araçlarının tahmin edici performansının belirsiz olduğunu sonuçlandırıyor. Bu araçların kullanımını tekrar gözden geçirmesi ve etkinliklerini destekleyen daha güçlü kanıtlarla uygulamayı düşünmesi gerektiğini önermektedir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Dünya Kanser Araştırma Fonu / Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü Yaşam Tarzı Skoru ile İlişkilendirilen Plazma Metabolit Profilleri Ve Gelecekteki Kardiyovasküler Hastalık Ve Tip 2 Diyabet Riski
Bu makale, sağlıklı bir yaşam tarzı ile plazma metabolit profilleri arasındaki ilişkiyi ve bu metabolitlerin tip 2 diyabet (T2D) ve kardiyovasküler hastalık (CVD) gelecekteki riski ile ilişkisini araştırmaktadır. Çalışma, yüksek kardiyovasküler risk taşıyan PREDIMED çalışmasından 55 ila 80 yaş arasındaki 1833 katılımcıyı içermektedir.
Araştırmacılar, sağlıklı bir yaşam tarzına uyumu değerlendirmek için Dünya Kanser Araştırma Fonu / Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü önerilerine dayalı bir bileşik skor kullandılar. Plazma metabolitleri başlangıçta ve bir yıl sonra analiz edildi. Sağlıklı yaşam tarzı puanı ile amino asitler, lipitler ve enerji ile ilgili bileşikler de dahil olmak üzere 24 ila 58 metabolit arasında ilişkiler buldular.
Potansiyel karıştırıcıları düzelten sonra, bu metabolit profillerinin hem T2D hem de CVD riski ile ilişkilendirildiği görüldü. Bulgular, belirli metabolitlerin sağlıklı bir yaşam tarzı ile ilişkilendirildiğini ve özellikle yüksek kardiyovasküler risk taşıyan yaşlı bir popülasyonda T2D ve CVD riski ile ters ilişkilendirildiğini öne sürmektedir. Bu sonuçlar, belirli metabolitlerin bu hastalıkların riskini tahmin etmede rol oynadığı fikrini desteklemektedir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında (KOAH) Uzun Kodlamayan RNA'ların Kullanımı: Kapsamlı Bir Analiz
Bu kapsamlı analiz, kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) uzun kodlamayan RNA’ların (lncRNA’lar) kullanımını araştırmaktadır. KOAH, dünya genelinde önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir ve belirtilerinin hafif veya şiddetli olması nedeniyle erken teşhis zor olabilir. Çalışma, lncRNA’ların KOAH’taki teşhis rolünü değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Araştırmacılar, literatür taraması yapmış ve 2016’dan bu yana KOAH, insanlar, RNA ve lncRNA ile ilgili yayınların artan yıllık büyüme hızını bulmuşlardır. 17 çalışmanın meta-analizini yaparak lncRNA’ların KOAH hastalarını normal kontrol grubundan ayırt etme teşhis doğruluğunu değerlendirdiler. Sonuçlar, lncRNA’ların KOAH hastalarını normal kontrollerden ayırmada duyarlılık (SEN) değeri olarak 0.86, özgüllük (SPE) değeri olarak 0.78 ve teşhis oranı (DOR) olarak 21.59’a sahip olduğunu gösterdi. Ayrıca, lncRNA’ların KOAH hastalarını akut alevlenmelerden (AECOPD) ayırt etme yeteneğine sahip olduğu bulundu; SEN değeri olarak 0.75, SPE değeri olarak 0.81 ve DOR değeri olarak 13.02.
Çalışma, KOAH ile ilişkilendirilen 41 lncRNA’yı tanımladı; bunların çoğunlukla nükleus ve sitoplazma içinde bulunduğu ve proliferasyon, invazyon ve prognoz gibi süreçlerle ilişkili olduğu görüldü. Ayrıca, bu lncRNA’ların çeşitli biyolojik yollarla etkileşimde olduğu bulundu.
Sonuç olarak, bu analiz, lncRNA’ların KOAH hastaları için potansiyel teşhis belirteçleri ve terapötik hedefler olarak hizmet edebileceğini önermektedir. Bu, bu rahatsız edici solunum hastalığının erken teşhis ve yönetimini geliştirmekte umut vadetmektedir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Doğumda ve Çocukluk Döneminde DNA Metilasyonunun Analizi, Doğum Mevsimi Ve Enlemle İlişkilendirilen Değişiklikleri Ortaya Koymaktadır
Bu çalışma, doğum ve çocukluk döneminde DNA metilasyon (DNAm) desenlerini analiz ederek doğum mevsimi ve enlemle ilişkilendirilen değişiklikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Doğum veya gebelik sırasındaki çevresel maruziyetlerdeki mevsimsel değişiklikler, ilerleyen yaşlarda birçok yetişkin özelliği ve sağlık sonuçları ile ilişkilendirilmiştir. Ancak, DNAm’ın bu ilişkilerin arkasındaki moleküler mekanizmalarda bir rol oynayıp oynamadığı belirsizdir.
Araştırmacılar, Pregnancy And Childhood Epigenetic Consortium içinde epigenom geniş meta-analizler gerçekleştirdi. DNAm ile doğum mevsimi arasındaki ilişkileri aradılar ve farklı metilasyonlu prob (DMP) ve bölgeleri (DMR) incelediler. İki zaman noktasında incelendi: doğumda ve 1-11 yaşları arasındaki çocuklarda. Ayrıca doğum mevsiminin etkisini değerlendirmek için enlemi de dikkate aldılar.
Bulgular, doğum mevsimi ile belirli CpG siteleri arasında DNAm ile ilişkilendirdi ve bu ilişkiler hem doğumda hem de çocukluk döneminde farklı mevsimlere özgüydü ve iki zaman noktası arasında farklılık gösterdi. Ayrıca, çalışma, tümör oluşumu, psikiyatrik bozukluklar, inflamasyon ve bağışıklık gibi konularla ilişkili genlerle ilişkilendirilen birkaç farklı metilasyonlu bölgeyi (DMR) tanımladı.
Enlem sınıflandırılmış analizler, doğum mevsimi ile DNAm arasındaki ilişkilerde doğum enlemine bağlı farklılıkları gösterdi. Özellikle, şizofreni, deri hastalıkları ve hava yolu iltihaplanması ile ilişkilendirilen belirli genler, yüksek enlem bölgelerinde (≥ 50°N) ortaya çıktı, ancak düşük enlem bölgelerinde (< 50°N) bulunmadı.
Sonuç olarak, bu büyük çaplı epigenom geniş meta-analiz çalışması, DNAm’ın doğum mevsiminin yetişkin sağlık sonuçları üzerindeki etkisinin moleküler mekanizmalarında bir rol oynayabileceğini önermektedir. Çalışma ayrıca bu mevsimsel ilişkilerde enlem bağımlı farklılıkları vurgulayarak, çevresel faktörler, genetik ve epigenetik faktörler arasındaki karmaşık etkileşimlere ışık tutmaktadır ve yaşam boyu sağlık sonuçlarını şekillendirmede önemli bir rol oynayabilir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Bu sistematik derleme ve meta-analiz, özellikle parmaklardaki dijital sinir yaralanmalarının tedavi seçeneklerine odaklandı. Parmak sinir yaralanmalarının cerrahi tedavisi el travması vakalarında yaygın olarak uygulanır, ancak farklı işlevsel sonuçlar sağlayan çeşitli cerrahi yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu çalışma, farklı parmak sinir cerrahilerinin sonuçlarını karşılaştırmayı ve cerrahi sonuçlarla ilişkilendirilen faktörleri belirlemeyi amaçladı.
Araştırmacılar, digital sinir tamirine ilişkin literatürü kapsamlı bir şekilde incelediler ve PubMed veritabanında 1 Ocak 1965 ile 31 Ağustos 2021 tarihleri arasında yapılmış yayınları araştırdılar. Veri çıkartma, önyargı riskinin değerlendirilmesi ve çalışma kalitesinin değerlendirilmesi yapıldı. Meta-analiz, postoperatif statik 2-nokta ayırt etme (S2PD) değeri, hareketli 2-nokta ayırt etme (M2PD) değeri, Semmes-Weinstein monofilament testi (SWMF) başarı oranı ve modifiye Highet sinir iyileşme sınıflandırmasını kullanarak gerçekleştirildi. İstatistiksel analizler R (Sürüm 3.6.3) yazılımı kullanılarak gerçekleştirildi.
Çalışma, toplam 2.446 vaka içeren 66 çalışmayı içeriyordu. Farklı cerrahi yöntemler farklı sonuçlar verdi. Örneğin, poliglikolik asit konduit grubu en iyi S2PD değerine sahipti, buna karşılık nörorafili grup en iyi M2PD değerine sahipti. Yan yana kenetleme en yüksek modifiye Highet skorunu, otojen sinir greftinin ise en yüksek SWMF oranını gösterdi.
Yaş, sinir açığı büyüklüğü ve yaralanma türü dahil olmak üzere iyileşmeyi etkileyebilecek çeşitli faktörlerin olduğu bulundu. Yaralanma türünün, nörorafili sonrası operatif sonucu üzerinde etkisi olduğu görüldü. Çalışmalarda bildirilen yaygın komplikasyonlar arasında nöroma, soğuk hassasiyet, parestezi, postoperatif enfeksiyon ve ağrı yer alıyordu.
Sonuç olarak, bu çalışma, dijital sinir yaralanmalarının cerrahi tedavisinin genellikle tatmin edici sonuçlar verdiğini gösterdi, ancak tek bir sinir tamir yönteminin üstün olduğuna dair bir bulgu sunmadı. Parmak sinir yaralanması onarımı için cerrahi yaklaşım seçerken, özellikle sinir eksikliği boyutu ve postoperatif komplikasyon riski gibi çeşitli faktörleri kapsamlı bir şekilde düşünmek gereklidir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Prenatal Açlık, DNA Metilasyonu Ve Zihinsel Bozukluklar Arasındaki İlişki: Sistematik Bir İnceleme Ve Meta-Analiz
Bu çalışma, prenatal yetersiz beslenmenin, özellikle kıtlık dönemlerinde, yetişkin soydaki zihinsel sağlık üzerindeki etkisini ele alıyor. Sistematik bir inceleme ve meta-analiz aracılığıyla, prenatal kıtlık maruziyetini yetişkinlerde şizofreni ve depresyon riski ile ilişkilendiriyor. Bulgular, özellikle nöronal, nöroendokrin ve bağışıklık süreçleriyle ilgili genlerdeki DNA metilasyonlarında değişiklikleri vurgulayarak, zihinsel bozuklukları etkileyen potansiyel bir mekanizma olarak öne çıkıyor. Çalışma, bu bağlantıları anlamanın, özellikle küresel yetersiz beslenme eğilimleri bağlamında, ne kadar önemli olduğunu vurguluyor.
Hazırlayan: Ceren Sert
IL-10 Gen Polimorfizmleri (- 1082 A/G, -819 T/C, -592 A/C) ile Hepatoselüler Karsinom Arasındaki İlişki: Bir Meta-Analiz Ve Deneme Sıralı Analizi
Çalışma, hepatoselüler karsinomla ilişkilendirilen IL-10 gen polimorfizmlerini (-1082 A/G, -819 T/C, -592 A/C) inceledi. 15 vaka-kontrol çalışmasının meta-analizi, genel olarak sadece IL-10 (-1082 A/G) polimorfizminin hafif derecede anlamlı bir ilişki gösterdiğini ortaya koydu. Ancak, etnik gruplara göre yapılan ayrıntılı analizler, Asya olmayan popülasyonlarda bu polimorfizmin hepatoselüler karsinom riski ile çeşitli genetik modellerde önemli bir bağlantı gösterdiğini ortaya koydu. Özellikle, IL-10 (-819 T/C) polimorfizmi de belirli modellerde Asya olmayanlarda anlamlı bir ilişki sergiledi. Ancak, çalışma, özellikle IL-10 (-1082 A/G ve -819 T/C) için kesin kanıya ulaşmak için örnek büyüklüğünün yetersiz olduğunu vurgulayarak, daha büyük, iyi tasarlanmış ve çeşitli etnik gruplardan katılımcıları içeren çalışmalara ihtiyaç olduğunu belirtmektedir.
Hazırlayan: Ceren Sert
Derin Beyin Stimülasyonu Olan Parkinson Hastalarında 12 Haftalık D3 Vitamini Uygulamasının Kynurenine Yolağı ve İnflamatuar Durum Üzerine Etkisi
Araştırmacılar, 12 haftalık bir çalışmada, Parkinson hastalığı (PH) olan derin beyin stimülasyonu (DBS) uygulanan hastalarda, Vücut Kitle İndeksi (VKİ) temelli vitamin D3 tedavisinin kynurenine yolak (KY) ve inflamatuar durumu nasıl etkilediğini inceledi. Çalışmada, vitamin D3 takviyesi alan grup ile sebze yağı tedavisi alan grup karşılaştırıldı. Vitamin D3 uygulamasının ardından, TNF-α’nın serum konsantrasyonu DBS’li PH hastalarında azaldı. KY’de ise, 3-hidroksikinurenin (3-HK) sebze yağı tedavisi alan grupta artarken, pikolinik asit azaldı. Ayrıca, vitamin D metabolitleri ile KY maddeleri arasında belirgin bir ilişki gözlendi. Bu bulgular, vitamin D3’ün DBS’li PH hastalarında nörokoruyucu yeteneklere sahip olabileceğini öne sürmektedir.
Hazırlayan: Ceren Sert
Migrenin Önlenmesinde Kalsitonin Genle İlişkilendirilmiş Peptid Monoklonal Antikorların Etkinliği: Gözlemsel Kohort Çalışmalarının Sistematik İncelemesi ve Meta-Analizi
Bu sistematik derleme ve meta-analiz, migren önlenmesinde kalsitonin genle ilişkili peptit (CGRP) monoklonal antikorların klinik etkinliğini değerlendirdi. Migren, şiddetli baş ağrıları ile karakterize bir nörolojik bozukluktur. Erenumab, fremanezumab, galcanezumab ve eptinezumab gibi bu monoklonal antikorlar, geleneksel tedavilere yanıt vermeyen hastalar için bir terapötik seçenek sunar.
Araştırmacılar, CGRP reseptör antagonisti ile tedavi edilen yetişkin migren hastalarını içeren gözlemsel çalışmaları içeren verilere yönelik elektronik veritabanlarında kapsamlı bir araştırma yaptılar. Etkinlik sonuçlarına odaklandılar ve aylık migren veya baş ağrısı günlerindeki azalmayı ve migren veya baş ağrısı günlerinde %50 veya daha fazla azalma yaşayan hastaların oranını içeriyordu.
Analizleri 47 kaydı içerdi ve sonuçlar, CGRP monoklonal antikorlarının migren ve baş ağrısı sıklığını azaltmada etkili olduğunu gösterdi. Özellikle, hastaların yaklaşık %54’ü, aylık ortalama migren günlerinde %50 veya daha fazla azalma elde etti ve genel olarak yaklaşık 7,7 gün azalma yaşandı. Benzer şekilde, aylık baş ağrısı azaltımı için hastaların yaklaşık %57’si %50 veya daha fazla azalma yaşadı ve genel olarak yaklaşık 8,8 gün azalma yaşandı.
Farklı ilaç tedavilerini ve migren türlerini göz önünde bulunduran alt grup analizleri, bu bulguları sürekli olarak destekledi. Genel olarak, migren önlenmesinde CGRP antikorlarının gerçek dünya çalışmalarında umut verici etkinlik sonuçları gösterdiği ve daha önce yayınlanmış randomize klinik çalışmaların sonuçlarıyla uyumlu olduğu sonucuna varıldı.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay