"Vektör" / 3.Sayfa
Makale, yüksek rakım bölgelerinde inme yaygınlığı ile ilgili birleştirilmiş bir analizin bulgularını tartışmaktadır. Analiz, 17 çalışmadan elde edilen verileri içeriyor ve toplamda 36.582 inme olayını içererek yüksek rakım bölgelerinde toplam inme yaygınlığını %0.5 olarak tahmin etti. Bununla birlikte, bu yaygınlık farklı örnekleme yöntemlerine ve coğrafi konumlara bağlı olarak önemli ölçüde değişiklik göstermektedir.
Yüksek rakım bölgelerinde inme riskinin arttığı birkaç risk faktörü bulunmaktadır, bunlar arasında yaşlılık, kadın cinsiyet, hipertansiyon ve obezite yer almaktadır. Özellikle, klinik örneklerde inme yaygınlığının nüfus temelli anketlere göre dört kat daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir, bu da temel tıbbi koşullara sahip bireylerin daha yüksek bir risk altında olduğunu düşündürmektedir.
Çalışma ayrıca inme yaygınlığını farklı kıtalar ve yükseklikler arasında karşılaştırmış, yüksek rakım bölgelerinin çok yüksek rakım bölgelerine göre daha yüksek yaygınlık oranları sergilediğini bulmuştur. Makale, yüksek rakım bölgelerindeki düşük oksijen basıncının hipertansiyon ve hiperlipidemi gibi sağlık sorunlarına katkıda bulunabileceğini vurgulamaktadır, bu da inme riskini artırabilir.
Çalışma, inmenin küresel yükünü vurgulayarak, milyonlarca yeni inme vakası ve önemli bir ekonomik etkiye işaret etmektedir. Ayrıca, inme önlemeye yönelik sağlık hizmetleri ve ekonomik koşulların, özellikle düşük gelirli ve orta gelirli ülkelerde, büyük bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Meyve ve sebzelerin artan tüketimi dahil olmak üzere beslenme faktörlerinin inme önlemede önemli bir rol oynayabileceği önerilmektedir.
Çalışma, yüksek rakım bölgelerinde inme yaygınlığı ve risk faktörleri hakkında değerli bilgiler sunsa da, çalışmanın dikkate alınması gereken bazı sınırlamaları olduğunu kabul etmektedir, örneğin, çalışmalarda gözlenen önemli heterojenlik ve kıtalar arasındaki örnek büyüklüklerinin büyük farklılıklar göstermesi gibi. Sonuç olarak, bulgular, yüksek rakım bölgelerinde inme sıklığını azaltmak için sağlık hizmetlerini ve bireysel sağlık bakımını iyileştirmenin gerekliliğini vurgulamaktadır.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
İnsani Gelişme İle Defisit Şizofreni Prevalansı Arasındaki İlişki: Sistematik Bir Gözden Geçirme Ve Meta-Analizden Elde Edilen Sonuçlar
Bu çalışma, farklı ülkelerde beliren özel bir şizofreni türü olan defisit şizofrenisin ne kadar yaygın olduğuna baktı. Ayrıca, bu yaygınlığın bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ile ilişkili olup olmadığını kontrol etti. Farklı gelir düzeylerine sahip 14 ülkeden 26 çalışmayı incelediler. Sonuç olarak, düşük ve orta gelirli ülkelerde, şizofrenisi olan kişilerin yaklaşık olarak %32’sinin eksiklik şizofrenisi olduğu bulundu. Çalışma, düşük gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerde, şizofrenisi olan kişilerin daha ciddi ve uzun süren semptomlara sahip olma eğiliminde olduğunu gösterdi. Bu, gelişmekte olan ülkelerde şizofreninin daha zayıf bir seyir izlediği düşüncesini sorguluyor.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bir Beceriyi Öğretme Beklentisiyle Öğrenmek, Becerinin Analoji Talimatlarıyla Öğrenilmesi Durumunda Becerinin Psikolojik Baskı Altında Yürütülmesini Bozar Mı?
Bu çalışma, insanların golf gibi fiziksel becerileri öğrenme şeklini inceledi. Katılımcılar, bir şeyi öğretecekmiş gibi pratik yaparlarsa, daha iyi öğrendiklerini bulmuşlar. Ancak, bu beceriyi baskı altında uygulamaları gerektiğinde, beklenen performansı gösterememişler. Çalışma, bu durumun pratik yaparken çok düşünmelerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak etti.
Farklı talimatları (örneğin karşılaştırmalar yapmak veya çok açık olmak) denediler ve işe yarayıp yaramadığını görmeye çalıştılar. Sonuç olarak, öğrenicilerin bir şeyi öğretme niyetiyle pratik yapmaları ve belirli türde talimatlar alırlarsa, baskı altında daha iyi performans sergiledikleri bulundu. Bu nedenle, bir beceriyi öğretirken, onu başkasına öğretme niyetiyle pratik yapmanın ve belirli öğretim tekniklerini kullanmanın büyük bir fark yaratabileceği öneriliyor.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bu çalışma, QPRT geninin meme kanserindeki klinik önemini araştırıyor. QPRT’nin gen ekspresyonunu, metilasyon düzeylerini ve meme kanserindeki prognostik değerini kapsamlı veri analizleri kullanarak incelemektedir. Araştırma ayrıca QPRT’nin çeşitli ilaçlar için bir öngörücü belirteç olarak potansiyelini keşfetmektedir. Ayrıca, QPRT ile meme kanserindeki bağışıklık hücreleri infiltrasyonu arasındaki ilişkiyi deşifre etmektedir. Çalışma, QPRT’nin meme kanserinin gelişimi ve ilerlemesi üzerinde belirli hücresel yollar aracılığıyla önemli bir rol oynayabileceğini önermektedir. Sonuçlar, QPRT’nin meme kanseri tedavisi için potansiyel bir hedef olarak önemini vurgulamaktadır.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
İskemik İnmenin Erken Teşhisi için Çok Seviyeli Biyobelirteçler: Sistematik Bir İnceleme ve Meta-Analiz
Bu çalışma erken dönemde iskemik inmeyi teşhis etmeye yardımcı olabilecek kan belirteçlerini bulmayı amaçladı. Birçok araştırmayı incelediler ve 30.000’den fazla katılımcıyı içeren 182 çalışmayı seçtiler. Bu katılımcılar arasında farklı türde inme geçirenler, kontrol grubu ve diğerlerini de içeriyordu. 518 potansiyel belirteç buldular, bunlar arasında proteinler ve genler de vardı. Bu bulgulardan hareketle iki liste hazırladılar. Biri teşhis için en iyi belirteçleri içeriyordu, diğeri daha az önyargılı seçeneklerdi. Bir belirteçleri grubu olan glial fibriller asidik protein, inme başlangıcından sonraki 3 ila 24 saat içinde hemorajik inmeyi iskemik inmeden ayırt etmek için yüzde 73 ila 80 hassasiyet ve yüzde 77 ila 97 özgüllük gösterdi. Ayrıca, iskemik inme ile ilişkilendirilen en önemli beş biyolojik süreci belirledi. Bu çalışma, iskemik inme için erken teşhis belirteçlerinin ve gelecekte yapılacak araştırmalar için beş biyolojik sürecin potansiyelini gösteriyor.
Hazırlayan: Şevval Kurnaz
Bu çalışma, şizofreni tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçların etkinliğini HTR2A T102C (rs6313) polimorfizminin etkisi üzerine inceledi. 1995 ile 2021 arasındaki 18 çalışmanın verilerini analiz ederek, araştırmacılar genel olarak rs6313 polimorfizminin antipsikotik tedaviye yanıt oranları veya skor azalması ile anlamlı bir şekilde ilişkilendirilmediğini buldular. Ancak, etnik grupları dikkate aldıklarında, Kafkasyalı hastalarda T aleli ile daha iyi yanıt alındığı, Doğu Asyalı hastalarda ise TC genotipiyle daha iyi etkililik arasında bir ilişki olduğu belirlendi. Özellikle, TC genotipine sahip hastaların klozapin tedavisiyle en iyi sonuçları elde ettiği görüldü. TT genotipine sahip Hint hastaların ise daha zayıf yanıtlar gösterdiği tespit edildi. Bu sonuçlar, rs6313 polimorfizminin antipsikotik etkinliği üzerindeki etkisinin etnik grup ve kullanılan belirli ilaç tarafından karmaşık bir şekilde etkilendiğini öne sürmektedir.
Hazırlayan: Ceren Sert
Antagonist Donör Olmayan IVF'de İki Farklı Tetikleme Stratejisinin (ikili (hCG + Leuprolid) ve hCG tetikleme) Etkilerinin Karşılaştırılması: Randomize Kontrollü Bir Çalışma
Bu çalışmada, araştırmacılar, GnRH antagonist protokolü kullanılarak gerçekleştirilen in vitro fertilizasyon (IVF) döngülerinde geleneksel hCG tetikleyicisine bir gonadotropin salgılatıcı hormon agonisti (GnRHa) eklemenin etkisini inceledi. Çift tetikleyici grubu (GnRHa + hCG), tek hCG tetikleyici grubuna göre anlamlı şekilde daha fazla olgun yumurta, üçüncü gün yüksek kaliteli embriyo ve dolayısıyla daha fazla kriyoprezervasyona uygun embriyo gösterdi. Fertilizasyon ve klinik gebelik oranları iki grup arasında benzer olmasına rağmen, çift tetikleyici, tetiklemeden sonraki dönemde yüksek LH seviyelerine neden oldu. Çalışma, çift tetikleyicinin embriyolojik sonuçları iyileştirebileceğini ve IVF döngülerinde kümülatif canlı doğum olasılığını artırabileceğini öne sürmektedir.
Hazırlayan: Ceren Sert
Tedavide Belirsizliğe Tahammülsüzlüğü Hedeflemek: Terapötik Etkilerin, Tedavi Düzenleyicilerinin ve Temel Mekanizmaların Meta-Analizi
Bu sistematik derleme ve meta-analiz, anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukların tedavisine odaklanarak belirsizliğe tahammülsüzlüğü (IU) bu bozukluklara katkıda bulunan bir faktör olarak ele almıştır. Çalışmanın amacı, anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukların tedavisi için kanıta dayalı tedavilerin IU üzerindeki etkililiğini belirlemek, IU üzerindeki tedavi etkilerini düzenleyen faktörleri araştırmak ve IU’da görülen iyileşmelerin anksiyete semptom şiddetinde azalmalarla uyumlu olup olmadığını incelemektir.
Araştırmacılar “belirsizliğe tahammülsüzlük” ve “tedavi” veya “terapi” ile ilgili rasgele kontrollü çalışmaları içeren PubMED ve PsycINFO verilerini kapsayan kapsamlı bir araştırma gerçekleştirdiler. 28 rastgele kontrollü çalışmadan elde edilen veriler, ön ve son tedavi ölçümleri ve çeşitli hasta, müdahale ve deneme düzeyi özelliklerini içeriyordu.
Bulgular, bu RCT’lerde incelenen müdahalelerin, kontrol koşullarına kıyasla IU üzerinde önemli bir terapötik etkisinin olduğunu gösterdi, bu da kanıta dayalı tedavilerin anksiyete ile ilişkilendirilen bozukluklara sahip bireylerde IU’yu azaltmada etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca, çalışma IU’da iyileşme ile anksiyete semptom şiddetinde azalma arasında pozitif bir ilişki bulmuş, bu da IU’nun ele alınmasının anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukların tedavisinin değerli bir yönü olduğunu göstermektedir.
İlginç bir şekilde, araştırma IU’da daha büyük iyileşmelerle ilişkilendirilen eşlik eden depresyonu ve belirli tedavi yaklaşımlarını tanımlamış, anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukların tedavisini optimize etmek için potansiyel alanları vurgulamıştır.
Sonuç olarak, bu çalışma, IU’nun anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukların tedavisindeki önemini vurgulamakta ve IU üzerindeki tedavi etkilerini artırabilecek hasta ve müdahale düzeyi faktörleri hakkında bilgi sunmaktadır. IU’yu hedefleyen müdahaleleri iyileştirmek ve bunların anksiyete ile ilişkilendirilen bozuklukları yönetmedeki uzun vadeli etkililiğini değerlendirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Bu meta-analiz, FTO gen varyantları (rs9939609, rs8050136 ve rs17817449) ile tip 2 diyabet mellitus (T2DM) riski arasındaki ilişkiyi küresel ölçekte incelemeyi amaçladı.
Araştırmacılar, bu FTO gen polimorfizmleri ile T2DM riski arasındaki ilişkiyi araştıran Ocak 2007’den Mayıs 2023’e kadar yayımlanan çalışmaları belirlemek için çeşitli veritabanlarında kapsamlı bir arama yaptılar. Özellikle İngilizce yayımlanmış ve hakem tarafından incelenen dergilerde yayımlanan, bu gen varyantları için genotip dağılım verilerini ve T2DM riski arasındaki bağlantıyı sağlayan insan vaka-kontrol çalışmalarını aradılar.
Çeşitli makalelerin tarandığı bu süreçte, 36,051 T2DM hastası ve 51,266 kontrol grubunu içeren 48 çalışma belirlendi. Meta-analiz sonuçları, rs9939609 FTO gen polimorfizmi ile T2DM riskinin çeşitli genetik modeller altında anlamlı bir şekilde arttığını gösterdi. Benzer şekilde, rs8050136 FTO gen varyantı da analiz edilen tüm modellerde T2DM riskinin arttığıyla ilişkilendirildi. Bununla birlikte, rs17817449 varyantı ile T2DM riski arasında gözlemlenen bir ilişki görülmedi.
Özetle, bu meta-analiz, FTO geninin rs9939609 ve rs8050136 varyantlarının T2DM riski ile anlamlı bir şekilde ilişkilendirildiğini göstermektedir, ancak rs17817449 varyantının böyle bir ilişkisi olmadığını göstermektedir.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay
Kolorektal Kanser için Yeni Protein Biyobelirteçler ve İlaç Hedeflerinin İnsan Plazma Proteomu ile Genomu Entegre Edilerek Tanımlanması
Bu çalışma, insan plazma proteomu ve genom verilerini birleştirerek kolorektal kanser (KK) için potansiyel protein belirteçlerini ve terapötik hedefleri keşfetmeyi amaçladı.
Araştırmacılar, plazma proteomu üzerine genom çapında yapılan çalışmalar (GWAS) ve KK üzerine büyük ölçekli GWAS meta-analizleri de dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan gelen verileri analiz ettiler. Mendelian randomizasyon, ko-lokalizasyon analizi ve özet verilere dayalı MR gibi çeşitli tekniklerin bir kombinasyonunu kullanarak, CRC ile nedensel bir ilişkisi olabilecek proteinleri tanımlamak için çalıştılar.
Sonuçlar, genetik olarak tahmin edilen 13 proteinin CRC riski ile ilişkilendirildiğini gösterdi. İki proteinin (GREM1 ve CHRDL2) yüksek düzeyleri ve 11 proteinin düşük düzeyleri, CRC riskinin artmış bir belirtisi olarak bulundu. Bunların arasında, dört proteinin (GREM1, CLSTN3, CSF2RA, CD86) CRC riski ile ilişkilendirilmesinde en ikna edici kanıtlar bulundu.
Daha fazla analiz, bu protein kodlayan genlerin çoğunlukla kolon tümör dokusundaki doku kök hücreleri, epitel hücreleri ve monositlerde ifade edildiğini gösterdi. Ayrıca, osteoklast farklılaşması ve tümörogenez yolaklarında potansiyel olarak yer aldığı düşünülen iki çift etkileşen protein tanımlandı. Bu proteinlerin dördü (POLR2F, CSF2RA, CD86, MMP2) otoimmün hastalıklar ve diğer kanserler için ilaç geliştirme çalışmalarına zaten hedef olarak belirlenmiş, bu da onları KK için yeniden amaçlama potansiyelini göstermektedir.
Özetle, bu çalışma, KK riski ile ilişkilendirilen bir dizi protein belirteci tanımladı ve kolorektal kanser için tarama belirteçleri ve terapötik ilaçlar geliştirmek için potansiyel hedeflere ışık tuttu.
Hazırlayan: Oğuzalp Atalay