1 Mart 2024/"Ufuk"

TIP DÜNYASINDA YAŞANAN GELİŞMELER

Geceleri Işığın Alerjik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi

Geceleri Işığın Alerjik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi: Sistematik Bir İnceleme Ve Meta-Analiz

Bu meta-analizde, gece ışığına (ALAN) maruziyet ile astım, alerjik rinit ve cilt alerjileri gibi alerjik hastalıklar arasındaki ilişkiyi incelendi. Çalışmada açık hava ALAN’ı, gece vardiyası çalışması ve alerjik hastalıklar arasında anlamlı ilişkiler bulundu. Bu ilişkiler gençlerde yetişkinlere kıyasla daha güçlüydü. Amerika ve Asya’dan gelen çalışmalar bu ilişkiyi güçlü bir şekilde desteklerken, Avrupa’dan gelen çalışmalar karışık kanıtlar sunmuştur. Analiz, ALAN kaynaklı melatonin döngüsündeki bozuklukların neden olduğu dolaşım saat uyumsuzluğunun alerjik hastalıklara neden olabileceğini öne sürmektedir. Ancak, nedensel ilişkilerin kurulması ve potansiyel mekanizmaların keşfedilmesi için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışma, özellikle genç nüfusta gece ışığına maruziyeti azaltmanın önemini vurgulamakta ve iç mekan aydınlatmasında değişiklikler ve kronoterapi gibi müdahaleleri önermektedir. Gece vardiyasında çalışan alerjik bireyler için mesleki düşünceler de ön plana çıkmaktadır. Çalışma, dahil edilen çalışmaların heterojenliğini ve gelecekteki araştırmalarda maruziyet ve karışıklık faktörlerinin daha kapsamlı değerlendirmeleri gerektiğini göstermektedir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz

(Deprato A, Maidstone R, Cros AP, Adan A, Haldar P, Harding BN, Lacy P, Melenka L, Moitra S, Navarro JF, Kogevinas M, Durrington HJ, Moitra S. Influence of light at night on allergic diseases: a systematic review and meta-analysis. BMC Med. 2024 Feb 14;22(1):67. doi: 10.1186/s12916-024-03291-5. PMID: 38355588; PMCID: PMC10865638.)

Laktat Dehidrojenaz İle İskemik İnme Gelişme Riski Arasındaki Nedensel İlişki

Laktat Dehidrojenaz İle İskemik İnme Gelişme Riski Arasındaki Nedensel İlişki: Mendel Randomize Bir Çalışma

İskemik İnme (İS) ile Laktat Dehidrogenaz (LDH) arasındaki ilişki araştırılmıştır. İS, beyindeki kan damarlarının tıkanması nedeniyle enerji ve oksijen eksikliğine bağlı olarak oluşan bir hastalıktır. Araştırmada, LDH seviyeleri ile İS riski arasındaki ilişkiyi genetik verileri kullanarak incelenmiştir. Sonuçlar, LDH seviyelerinin İS riski ile ters bir ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu bulgu, daha önceki gözlemsel çalışmaların sonuçlarına ters düşmektedir. Gözlemsel çalışmalarda yüksek LDH seviyelerinin İS riskini artırdığını öne sürülmüştü ancak bu çalışma bunun tersini göstermiştir.Bunun nedeni, gözlemsel çalışmaların önyargıya dayalı olması olabilir. İS risk faktörleri, yüksek LDH seviyelerine sahip kişilerde bulunabilir, bu nedenle bu kişilerde İS riski daha yüksek olarak görünebilir. Ancak bu çalışma, yüksek LDH seviyelerinin aslında vasküler sağlık için koruyucu olabileceğini öne sürmektedir. LDH’nin vasküler endotel hücrelerinin enerji ihtiyacını karşılamaya yardımcı olduğu ve vasküler sağlık için önemli olduğu düşünülmektedir.

Bu çalışmada bazı sınırlılıklar vardı. Örneğin, kullanılan veri küçük olabilir ve daha büyük bir örneklemin sonuçları doğrulamak için gerekebilir. Ayrıca, bazı genetik faktörlerin sonuçları etkileyebileceği unutulmamalıdır. Ancak bu bulgular, LDH’nin İS riski üzerindeki etkilerini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz 

(Dong F, Wang X, Li J, Zhao D, Li J. Causal relationship between lactate dehydrogenase and risk of developing ischemic stroke: A Mendelian randomized study. Brain Behav. 2024 Jan;14(1):e3352. doi: 10.1002/brb3.3352. PMID: 38376049; PMCID: PMC10757901.)

Crohn Hastalığı İçin Kök Hücre Tedavisinin Etkinliği Ve Güvenliği

Crohn Hastalığı İçin Kök Hücre Tedavisinin Etkinliği Ve Güvenliği: Randomize Kontrollü Çalışmaların Meta Analizi

Bu çalışmada, tıbbi olarak tedaviye dirençli Crohn hastalığı (CD) veya CD ile ilişkili fistülü olan hastalarda kök hücre tedavisinin (KHT) etkinliğini ve güvenliğini incelendi. On iki pilot randomize kontrollü çalışmanın (RKC) verilerini analiz edildi. Meta-analiz sonuçları KHT’nin, plasebo veya ek tedavi almayan kontrol grubuna kıyasla klinik remisyon (KR) olasılığını önemli ölçüde artırdığını gösteriyor. Alt grup analizleri, KHT’nin çeşitli çalışma özelliklerine göre tutarlı faydalar sağladığını gösteriyor. Önemli bir şekilde, KHT ciddi yan etkilerin (CYE) daha yüksek bir insidansı ile ilişkilendirilmemiştir. Bu bulgular, KHT’nin tıbbi olarak dirençli CD veya CD ile ilişkili fistülü olan yetişkin hastalar için umut vaat eden ve güvenli bir tedavi seçeneği olabileceğini öne sürmektedir.

Önceki meta-analizler genellikle tek kollu gözlemsel çalışmalara dayanmaktaydı ve yorumlamayı zorlaştırmaktaydı. Bununla birlikte, bu çalışma yalnızca RKC’leri odaklanıldı ve bu, önyargıları en aza indirdi. Ayrıca, örneklem büyüklüğü önceki meta-analizlerden daha büyüktü, bu da bulguların güvenilirliğini artırdı. Mekanistik olarak KHT, mukozal rejenerasyonu teşvik edebilir ve bağışıklık yanıtlarını modüle edebilir. Bu durum da terapötik etkilerine katkıda bulunabilir. Ancak KHT’nin CD için etkinliğinin kesin mekanizmalarını açıklamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Çalışmanın sınırlılıkları arasında çalışmalarda KR tanımlarının ve KHT protokollerinin farklılıkları bulunmaktaydı. Hastaların özelliklerinin sonuçlar üzerindeki etkisi ve KHT’nin uzun vadeli etkinliği ve güvenliği de araştırılmalıdır. Bununla birlikte sonuçlar, KHT’nin tıbbi olarak dirençli CD için bir alternatif tedavi olarak umut vadettiğini ve gelecekteki araştırmaların KHT prosedürlerini optimize etmeyi ve uzun vadeli etkilerini değerlendirmeyi gerektirdiğini göstermektedir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz 

(Qiu Y, Li C, Sheng S. Efficacy and safety of stem cell therapy for Crohn’s disease: a meta-analysis of randomized controlled trials. Stem Cell Res Ther. 2024 Feb 2;15(1):28. doi: 10.1186/s13287-024-03637-z. PMID: 38303054; PMCID: PMC10835827.)

Ekspresyon Meta Analizi İle Ortaya Çıkan Peroksizomların Dokuya Özgü Rolleri

Ekspresyon Meta Analizi İle Ortaya Çıkan Peroksizomların Dokuya Özgü Rolleri

Tartışmada, mitokondriyal ve peroksizomal işlevlere ilişkin farklı gen ifade desenleri gözlemlendi. Bu da dokusal özel gen ifadesini yöneten karmaşık bir düzenleyici ağın varlığını işaret ediyor.

İlginç bir şekilde, peroksisomla ilgili faktörler, bütün dokularda tutarlı ifade seviyelerini gösterdi. Ancak PEX7 bunların dışındaydı. Buu gen kalp için bir tercih gösterdi. Tüm bu bilgiler de peroksisomal fonksiyonlar için esas olan proteinlerin kalp dokusunda PEX7’ye bağımlı ithalatı için özel bir rolü olduğunu göstermektedir.

Dokular arasında yağ asidi metabolizması üzerinde farklılıklar bulundu. Kalp dokusu enerji üretimi ve biyomolekül senteziyle ilgili yolları önceliklendirmektedir. Yağ asidi oksidasyonu ile ilişkili peroksizomal faktörler en çok karaciğer ve böbrekte ifade edildi, bu durum da kalp enerji metabolizmasına minimal katkı anlamına gelmektedir.

Ayrıca, analizimiz, özellikle peroksisomlarda metabolize edilenler dahil olmak üzere, diyet yağ asitlerinin özellikle kalbi tercih ettiğini öne sürmektedir. Peroksisomal metabolizma kusurları, kalp yetmezliği ve kardiyomiyopatilerle ilişkilendirilmiştir.

Plazmalojen sentezi, kalp fonksiyonu için esas olan yüksek ifadeyi gösterdi, bu da kalp sağlığında önemini işaret etmektedir. Plazmalojen biosentezi ile ilgili peroksizomal genler, özel kalp bölgeleri için tercih göstermiyor gibi görünüyor.

Sonuç olarak, bulgularımız peroksisomal metabolizmanın kalp fonksiyonu ve sağlığı açısından önemini vurgulamaktadır. Bu yollar üzerine yapılan daha fazla araştırma, kalp hastalıkları için yeni terapötik hedefleri ortaya çıkarabilir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz 

(Plessner M, Thiele L, Hofhuis J, Thoms S. Tissue-specific roles of peroxisomes revealed by expression meta-analysis. Biol Direct. 2024 Feb 16;19(1):14. doi: 10.1186/s13062-024-00458-1. PMID: 38365851; PMCID: PMC10873952.)

Vegan Diyetin Benimsenmesinin Ardından Bağırsak Sağlığı, Dışkılama Düzeni Ve Besin Alımı

Vegan Diyetin Benimsenmesinin Ardından Bağırsak Sağlığı, Dışkılama Düzeni Ve Besin Alımı: Randomize Kontrollü Bir Çalışma

Bu çalışma, genç ve sağlıklı Alman üniversite öğrencilerinde bağırsak sağlığı ve dışkılama modellerini inceledi. Öğrenciler 8 hafta boyunca rastgele vegan veya et ağırlıklı diyetlere atandılar. Vegan grupta bağırsak hareketlerinde anlamlı bir artış gözlenlenmedi. Vegan diyete geçen katılımcılarda karın rahatsızlığı veya gastrointestinal yaşam kalitesinde düşüş yaşanmadı.

Bulgular, önceki araştırmalarla tutarsız çıktı. Bu durum, bizim çalışmamızdaki veganların daha az lif tüketmeleri ve omnivor diyetle başlayan katılımcılardan seçilmesiyle açıklanabilir. Vegan beslenmeye yeni başlayanlar için yüksek lifli gıdaları düzenli tüketmek alışkanlık gerektirir. Bu çalışmadaki veganların potasyum alımı da yetersizdi.

Vegan grubunda gastrointestinal yaşam kalitesi düşmedi. Bu önemli çünkü et ağırlıklı beslenmelerden vegan beslenmeye geçişte lif alımının artmasıyla karın rahatsızlığı beklenebilir.

Çalışmanın güçlü yönleri katılımcıların homojenliği, sıkı dışlama kriterleri, tartılarak tutulan günlük yemek kayıtları ve katılımcılara verilen destek. Zayıf yönleri ise örneklem büyüklüğü ve potansiyel bildirim yanlılığı.

Sonuç olarak, bu çalışma vegan beslenmeye başlamanın bağırsak sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyen ilk randomize kontrollü çalışma oldu. Daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

 

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Herter J, Stübing F, Lüth V, Zimmermann J, Lederer AK, Hannibal L, Huber R, Storz MA. Bowel health, defecation patterns and nutrient intake following adoption of a vegan diet: a randomized-controlled trial. Ann Med. 2024 Dec;56(1):2305693. doi: 10.1080/07853890.2024.2305693. Epub 2024 Feb 7. PMID: 38327148; PMCID: PMC10854443.)

Elektronik Sigara Kullanımına Bağlı Olarak Sağlıklı Yetişkinlerde İnflamatuar Biyobelirteç Değişiklikleri

Elektronik Sigara Kullanımına Bağlı Olarak Sağlıklı Yetişkinlerde İnflamatuar Biyobelirteç Değişiklikleri: Kapsamlı Bir İnceleme

EC kullanan sağlıklı yetişkinlerde inflamatuar biyobelirteçlerdeki değişiklikleri inceleyen 37 çalışmanın kapsam incelemesi. Sonuçlar, nikotin içeren EC cihazları bir aydan daha kısa süre kullanıldığında kardiyovasküler ve oksidatif stres biyobelirteçlerinde orta düzeyde artış olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, EC cihazları bir aydan uzun süre kullanıldığında, karışık sonuçlar bulunmuştur. EC kullanım kategorisinden bağımsız olarak, genel enflamatuar biyobelirteçler kontrol gruplarıyla karşılaştırıldığında herhangi bir değişiklik göstermemiştir. Çalışma, nikotin içeren EC’lerin kullanıcıları kardiyovasküler hastalığa yatkın hale getirebileceğini ve kısa vadede genel enflamatuar süreçleri yukarı doğru düzenlemediğini öne sürmektedir. İnceleme ayrıca kronik EC kullanımına bağlı enflamasyonun hangi biyobelirteç kategorisinin değerlendirildiğine bağlı olarak değiştiğini ortaya koymuştur. Nic+/- EC kullanım kategorisi için, nikotine maruz kalmayı belirtmeyen çalışmalarda tüm KV biyobelirteçler azalmıştır. Kısa ve uzun süreli EC kullanımından sonra nikotin maruziyetinin etkilerini belirlemek için yöntemlerin daha iyi raporlandığı daha fazla araştırma gereklidir.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Boss S, Bertolio M, Lipke L. Inflammatory biomarker changes in healthy adults secondary to electronic cigarette use: A scoping review. Immun Inflamm Dis. 2024 Feb;12(2):e1170. doi: 10.1002/iid3.1170. PMID: 38353387; PMCID: PMC10832336.)

Ameliyat Sonrası Yara İyileşmesi İçin Biyobelirteçlerin Değerlendirilmesi: Meme Kanseri İyileşmesinde Eksozom Bazlı Circrna'nın Meta-Analizi

Ameliyat Sonrası Yara İyileşmesi İçin Biyobelirteçlerin Değerlendirilmesi: Meme Kanseri İyileşmesinde Eksozom Bazlı Circrna’nın Meta-Analizi

Çalışma, meme kanseri ameliyatından sonra yara onarımı için biyobelirteç olarak eksozom bazlı circRNA’nın potansiyelini araştırıyor. Bulgular, bu biyobelirteçlerin yara iyileşmesinin fizyolojik durumu hakkında fikir verebileceğini ve potansiyel olarak kişiselleştirilmiş tedaviye yol açabileceğini göstermektedir. Çalışma ayrıca kan örneklerinden circRNA elde etmek için sıvı biyopsi yöntemlerinin önemini vurgulamakta, ancak bireysel hasta özelliklerine bağlı olarak biyobelirteç ekspresyonundaki değişkenliği kabul etmektedir. Çalışma ayrıca, özellikle hedefe yönelik tedavide, ilaç dağıtım vektörleri olarak eksozomların potansiyel terapötik etkilerini vurgulamaktadır. Bununla birlikte çalışma, biyobelirteç değerlendirmesinde tekdüzelik ve terapötik yaklaşımların ilerletilmesinde kapsayıcı yaklaşımlara bağlılık ihtiyacını da vurgulamaktadır. Eksozomlar tarafından taşınan RNA’nın özgüllüğü, meme kanseri için iyi bir teşhis değerine sahip olan ekzomdaki tek RNA taşıyıcılarından ve çoklu RNA taşıyıcılarından daha iyidir. Çalışma, ekzozom bazlı circRNA’nın cerrahi sonrası iyileşme ve yara iyileşme süreçlerinin izlenmesinde önemli bir rol oynayabileceği sonucuna varmaktadır. Gelecekteki araştırmalar, meme kanseri hastalarında ameliyat sonrası bakım hassasiyetini artırmak için yara iyileşmesi bağlamında biyobelirteç profilini iyileştirmeye odaklanmalıdır.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Zhang Y, Tao K, Ding L, Zhao Y. Assessing biomarkers for post-surgical wound healing: A meta-analysis of exosome-based CircRNA in breast cancer recovery. Int Wound J. 2024 Feb;21(2):e14723. doi: 10.1111/iwj.14723. PMID: 38379248; PMCID: PMC10830351.)

Akut Koroner Sendromlu Hastalar için Sosyal Medya Tabanlı Farkındalık Psiko-Davranışsal Müdahalesi (MCARE)

Akut Koroner Sendromlu Hastalar için Sosyal Medya Tabanlı Farkındalık Psiko-Davranışsal Müdahalesi (MCARE): Randomize Kontrollü Çalışma

Çalışma, sosyal medya tabanlı bir müdahale olan MCARE programının iskemik kalp hastalığı (AKS) olan hastalarda psikolojik sıkıntıyı önemli ölçüde iyileştirdiğini ortaya koymuştur. Program psikolojik stresi, HRQoL’yi, diyet davranışını, fiziksel aktiviteyi ve sistolik kan basıncını iyileştirmiştir. Bu durum, farkındalık temelli müdahalelerin ve sağlık eğitiminin AKS’li hastalarda depresyon ve anksiyeteyi azaltmada önemli etkileri olduğunu gösteren önceki çalışmalarla desteklenmiştir. MCARE programının faydaları, muhtemelen farkındalık becerileri ve hastalık yönetimi bilgisi kazanımlarının kalıntıları nedeniyle kısa vadeli bir süre için sürdürülmüştür. Program ayrıca özellikle duygusal boyutta olmak üzere psikolojik stresi ve HRQoL’yi iyileştirmiştir. Bununla birlikte, MCARE programının sigara içme durumu, VKİ, kan lipid profilleri ve kan şekeri üzerinde anlamlı olmayan etkileri olmuştur. Bunun nedeni, sigara içenler için hedefe yönelik tıbbi bırakma tedavisi ve aşırı kilolu veya obez hastalar için kilo verme stratejileri gibi daha etkili stratejilerin eksikliği olabilir.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Zou H, Chair SY, Feng B, Liu Q, Liu YJ, Cheng YX, Luo D, Wang XQ, Chen W, Huang L, Xianyu Y, Yang BX. A Social Media-Based Mindfulness Psycho-Behavioral Intervention (MCARE) for Patients With Acute Coronary Syndrome: Randomized Controlled Trial. J Med Internet Res. 2024 Feb 20;26:e48557. doi: 10.2196/48557. PMID: 38376899.)

Migren ve İlişkili Tedavilerinin Gebelik Sonuçları Üzerindeki Etkisi

Migren ve İlişkili Tedavilerinin Gebelik Sonuçları Üzerindeki Etkisi: Güncellenmiş Sistemik İnceleme ve Meta-Analiz ile Şemsiye Gözden Geçirme

Makalede sunulan bulgular, sistemik incelemelerin genel bir gözden geçirmesinden elde edilmiş olup, gebelerde migren ile çeşitli olumsuz gebelik sonuçları arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Migreni olan kadınların, pre-eklampsi, düşük doğum ağırlığı ve peripartum zihinsel rahatsızlık yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Migren hastalarının triptanlara maruz kalması, sağlıklı kontrol gruplarına kıyasla düşük doğum ağırlığına daha yüksek olasılıklarla ilişkilendirilmiştir, ancak migrenli hamile kadınlar arasında triptan kullanmayanlara kıyasla ilişkilendirilmemiştir.

 

İnceleme, önceden belirlenmiş bir protokolün kullanılması, birden fazla veritabanında kapsamlı bir arama yapılması ve güncellenmiş bir sistemik incelemenin dahil edilmesi gibi güçlü yönleri vurgulamaktadır, bu da belirli gebelikle ilgili sonuçlar konusunda ek açıklık sağlamaktadır. Bununla birlikte, dahil edilen incelemelerin çoğunlukla düşük ila orta kalitede olması, temel çalışmaların gözlemsel niteliği, nedensel sonuçları etkileyen ve meta-analizlerde yüksek heterojenite olması gibi sınırlamalar, potansiyel yayın yanlılığını işaret etmektedir.

 

Makale, migren ile düşük doğum ağırlığı / gebelik yaşına göre küçük olma arasındaki belirsiz ilişki gibi anlayıştaki boşlukları ele almak için daha fazla araştırmanın önemini vurgulamaktadır. Migrenin şiddetinin gebelik komplikasyonları üzerindeki potansiyel etkisi ve triptanlar dışındaki çeşitli migren ilaçlarının gebelik sırasında güvenliği de vurgulanmaktadır. Çalışma, migrenin karmaşık bir poligenik nörovasküler bozukluk olarak bilinen, kardiyovasküler risklerle ilişkili olduğu göz önüne alındığında, bu ilişkilerin biyolojik olasılığını daha kapsamlı bir şekilde araştırmaya vurgu yapmaktadır.

 

Sonuç olarak, kanıtlar, migrenli hamile kadınların pre-eklampsi, preterm doğum ve peripartum zihinsel rahatsızlık riskinin arttığını göstermektedir. Ancak, plasenta ablasyonu, düşük doğum ağırlığı, gebelik yaşına göre küçük olma ve özel migren ilaçlarının gebelik sonuçları üzerindeki etkisi gibi ilişkileri keşfetmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu belirtilmektedir.

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Phillips K, Clerkin-Oliver C, Nirantharakumar K, Crowe FL, Wakerley BR. How migraine and its associated treatment impact on pregnancy outcomes: Umbrella review with updated systematic review and meta-analysis. Cephalalgia. 2024 Feb;44(2):3331024241229410. doi: 10.1177/03331024241229410. PMID: 38317644.)

Over Kanser Tedavisinde PARP İnhibitörü Dönemi

Over Kanser Tedavisinde PARP İnhibitörü Dönemi: Randomize Kontrollü Çalışmaların Sistemik İncelemesi ve Meta-Analizi

Bu makalede tartışılan meta-analiz, özellikle bakım tedavisinde, PARP inhibitörü (PARPi) terapisinin, tekrarlayan ve yeni tanı konan ileri evre over kanseri (OK) hastalarında plaseboya kıyasla anlamlı bir şekilde progresyonsuz sağkalımı (PFS) iyileştirdiğini ortaya koyuyor. Ancak, bu avantaj, PARPi’nin terapötik ayarlarında kemoterapi ile karşılaştırıldığında azalır ve bakım tedavisi ile PFS’deki iyileşme, grade 3 ve grade 4 advers olaylarda bir artışla birlikte gelir. PARPi ve kemoterapi arasında benzer toksisite profillerine rağmen, bu terapötik bağlamda PARPi’nin genel sağkalım (OS) avantajları belirgin değildir.

 

PARPi bakım tedavisi alan hastalarda, BRCA mutasyonlarına bakılmaksızın, hastalığın ilerlemesi plasebo grubundakilere göre belirgin şekilde daha geç meydana gelir. Çalışma, özellikle germline BRCA mutasyonlarına sahip hastalar için potansiyel faydayı vurguluyor, ancak BRCA wild-type vakalarda da PFS’de bir iyileşme görülüyor. Ancak, sonuçlar, değerlendirilen popülasyonda homolog rekombinasyon eksikliğinin (HRD) yüksek prevalansı nedeniyle kesin olmayabilir. Makale, HRD’nin PARPi etkinliği üzerindeki etkisinin daha fazla araştırılmasının önemini vurgular. FDA ve EMA tarafından onaylanan olaparib, niraparib ve rucaparib gibi PARP inhibitörleri, biyobelirteç testi ve etkinlik temelinde, farklı over kanseri senaryolarında kullanımları tartışılıyor.

 

Güvenlik profil analizi, PARPi tedavisinin genellikle iyi tolere edildiğini, ancak hematolojik toksisitelerin PARPi tedavisi ile daha yüksek risk taşıdığını gösteriyor. Çalışma, toksisiteleri yönetmek için kan sayımının sürekli olarak izlenmesinin önemini vurguluyor ve rekürren tümörlerde miyelodisplastik sendrom (MDS) ve akut miyeloid lösemi (AML) riskinde bir artışı tartışıyor. Meta-analiz, PARPi tedavisinin çeşitli klinik ayarlarda sağladığı değerli bilgileri sunarak, gerçek dünya popülasyonları, potansiyel direnç gelişimi ve PARPi tedavisinin uzun vadeli etkileri üzerine daha fazla araştırma ihtiyacını vurgular.

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Baradács I, Teutsch B, Váradi A, Bilá A, Vincze Á, Hegyi P, Fazekas T, Komoróczy B, Nyirády P, Ács N, Bánhidy F, Lintner B. PARP inhibitor era in ovarian cancer treatment: a systematic review and meta-analysis of randomized controlled trials. J Ovarian Res. 2024 Feb 26;17(1):53. doi: 10.1186/s13048-024-01362-y. PMID: 38409030; PMCID: PMC10895809.)

Parkinson Hastalığı için Tükürük Biyobelirteçleri

Parkinson Hastalığı için Tükürük Biyobelirteçleri: Sistematik Bir İnceleme ve Meta-Analiz

Makalenin tartışma bölümü, bir sistemik inceleme ve meta-analiz temelinde Parkinson Hastalığı’ndaki (PD) çeşitli biyobelirteçlerin önemine odaklanmaktadır. Sinaptik fonksiyon için kritik olan bir protein olan Alfa-sinüklein (α-sin), PD’de bir araya gelir ve nörotoksik özelliklere sahip yapılar oluşturur. Salivadaki toplam α-sin (t-α-sin), farklı çalışmalarda değişen düzeylerde olmasına rağmen genel olarak PD teşhisi için güvenilir bir biyobelirteç gibi görünmektedir. Salivadaki Oligomerize α-sin (o-α-sin) da bir biyobelirteç olarak potansiyel gösterir, çoğu çalışma PD’li bireylerde yüksek düzeyleri rapor etmektedir.

 

Hem oksijenaz-1 (HO-1), hemin parçalanması için sorumlu olan, salivadaki seviyeleri PD’li hastalarda artmış olarak gösterir. MicroRNA (miRNA) analizi, PD’li bireylerde miR-153, miR-223, miR-7, miR-145-3p ve miR-874’nin değişen ifadesini ortaya koyarak umut verici bir teşhis potansiyeli sunar. Salivadaki DNA CpG metilasyon çalışmaları, PD ile ilişkilendirilen belirli CpG sitelerini tanımlar. Metabolomik ve proteomik çalışmalar, PD’li hastalarda metabolitlerin ve proteinlerin önemli değişikliklerini göstererek potansiyel teşhis değerini işaret eder.

 

Salivadaki DJ-1, nörokoruyucu etkilerine rağmen, farklı çalışmalarda çelişkili sonuçlar gösterir. Salivadaki ekstrasellüler veziküller (sEV) analizi, α-sin oranlarını içererek PD’li hastaları sağlıklı kontrol bireylerinden ayırmada umut vaat etmektedir. β-amiloid (Aβ) ve tau formlarını içeren AD ile ilişkilendirilen biyobelirteçler, PD’li hastaların tükürüklerinde tutarlı bir şekilde önemli değişiklikler göstermez. Ayrıca, kortizol ve laktoferrin düzeyleri ile TNF-α ve asetilkolinesteraz gibi diğer proteinler ve enzimler de PD’li hastalarda kontrol bireyleri ile karşılaştırıldığında değişkenlik gösterir.

 

Çalışma, çalışmaların heterojenliği ve potansiyel önyargılar gibi sınırlamaları kabul ederek, bu tükürük biyobelirteçlerinin Parkinson Hastalığı’ndaki teşhis kullanımını doğrulamak ve bunları diğer nörodejeneratif bozukluklardan ayırmak için potansiyellerini vurgular.

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Nijakowski K, Owecki W, Jankowski J, Surdacka A. Salivary Biomarkers for Parkinson’s Disease: A Systematic Review with Meta-Analysis. Cells. 2024 Feb 14;13(4):340. doi: 10.3390/cells13040340. PMID: 38391952; PMCID: PMC10887027.)

Statinler Erkeklerde Testosteron Seviyelerini Düşürür mü?

Statinler Erkeklerde Testosteron Seviyelerini Düşürür mü? Sistematik İnceleme ve Meta-Analiz

Tartışılan çalışma, erkek hormonları üzerindeki statin kullanımının etkisini araştıran kapsamlı bir sistemik inceleme ve meta-analizdir ve bu, bireysel ve nüfus düzeylerinde gerçekleştirilmiştir. Ekolojik yanılgıdan kaçınmak için, yalnızca nüfus çalışmalarında istatistiksel sonuçları olan analizler önemli olarak kabul edilmiştir. İnceleme, statin sınıfındaki tüm ilaçları içererek sınıfın genel etkisinin kapsamlı bir değerlendirmesine olanak tanımıştır. Çalışma, değerlendirilen 9,879 hasta ile 21 makaleyi içermiştir. Bulgular, genellikle normal aralıkların altına düşmese de, statin kullanımının total testosteron seviyelerinde bir azalmaya neden olduğunu göstermektedir. Seri kesit çalışmalarında serbest testosteron seviyelerinde bir azalma görüldü, ancak bu, bu değişkeni değerlendiren çalışmaların sayısındaki azalmadan dolayı prospektif çalışmalarda istatistiksel olarak anlamlı değildi. Bununla birlikte, FSH seviyeleri, statin kullanımından sonra istatistiksel olarak anlamlı bir artış göstermiştir. Çalışma, veri kalitesi, ilaç varyasyonu, maruz kalma süresi ve klinik değerlendirmelerin eksikliği gibi kısıtlamaları kabul etmektedir.

 

Çalışma, statin kullanımı ile ilişkilendirilen total testosteron seviyelerinde bir azalma tespit etmiş olsa da, bu azalmanın klinik öneminin belirgin olmayabileceğini belirtiyor. Yüksek risk altındaki veya hipogonadizm belirtileri gösteren hastalar etkilenebilir, ancak klinik belirtiler üzerindeki etki belirgin olmayabilir. Tartışma, özellikle hipogonadizm, ADAM ve erektil disfonksiyon gibi klinik sonuçlar üzerindeki statin kullanımı ile ilişkiyi daha fazla araştırmak için iyi tasarlanmış, çok merkezli rasgele kontrollü klinik çalışmalara ihtiyaç olduğunu önermektedir. Çalışma, statin kullanımının total testosteronu azalttığını ve FSH seviyelerini artırdığını belirtse de, LH, Estradiol, SHBG ve Serbest Testosteron analizlerinde anlamlı farklar bulunamadığını sonuçlamaktadır.

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Glina FPA, Lopes L, E Silva RS, Barros EAC, Biselli B, Glina S. Do statins decrease testosterone in men? Systematic review and meta-analysis. Int Braz J Urol. 2024 Mar-Apr;50(2):119-135. doi: 10.1590/S1677-5538.IBJU.2023.0578. PMID: 38386784.)