1 Eylül 2024/"Ufuk"

TIP DÜNYASINDA YAŞANAN GELİŞMELER

İmmün Damgalama: Hızla Evrilen Virüslerle İlk Antijenik Karşılaşmanın Kalıcı Etkisi

İmmün Damgalama: Hızla Evrilen Virüslerle İlk Antijenik Karşılaşmanın Kalıcı Etkisi

Makale, immün damgalamanın (immune imprinting) influenza ve koronavirüsler gibi solunum yolu virüslerine karşı antikor gelişimindeki karmaşık rolünü araştırıyor. İmmün damgalamanın, konak ve viral faktörlere bağlı olarak korumayı artırabileceğini veya engelleyebileceğini vurguluyor. Ayrıca farklı aşı platformlarının immün damgalamayı nasıl etkilediğini ve varyant-spesifik antikor yanıtlarını teşvik edebilecek stratejileri öne çıkarıyor. Aktive edilmiş B hücreleri, erken humoral yanıt sırasında plazmablastlara farklılaşarak akut enfeksiyonlarla mücadele etmek için düşük afiniteli antikorlar üretiyor. Antijenik olarak uzak viral varyantlara sonraki maruz kalmalar, önceki ve sonraki antijenler arasındaki benzerliğe bağlı olarak hatırlama ve de novo (yeni) antikor yanıtlarının bir karışımına yol açabiliyor. Damgalama, geniş çapta nötralize edici antikorların gelişimini etkileyebilir ve influenza türlerinde görüldüğü gibi ilişkili suşlara karşı korumayı azaltabilir. Doğum kohort çalışmalarına göre, damgalama, yaşam boyu antijenik olarak ilişkili suşlara maruz kalındığında önceki suşlara karşı bağışıklık hafızasını pekiştiriyor. Koronavirüslere önceki maruz kalmanın SARS-CoV-2 bağışıklığı üzerindeki klinik etkileri karmaşık olup tam olarak anlaşılamamıştır. İnceleme, immün damgalama mekanizmalarının anlaşılmasında, birincil veya tekrarlanan antijen maruz kalmaları sırasında B hücresi klonal seçimi ve genişlemesinin anlaşılmasının önemli olduğunu öne sürüyor.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Maltseva M, Keeshan A, Cooper C, Langlois MA. Immune imprinting: The persisting influence of the first antigenic encounter with rapidly evolving viruses. Hum Vaccin Immunother. 2024 Dec 31;20(1):2384192. doi: 10.1080/21645515.2024.2384192. Epub 2024 Aug 16. PMID: 39149872; PMCID: PMC11328881.)

İnfluenza İçin Maruziyet Sonrası Profilaksi Amacıyla Antiviral İlaçlar

İnfluenza İçin Maruziyet Sonrası Profilaksi Amacıyla Antiviral İlaçlar: Sistematik Bir İnceleme Ve Ağ Meta-Analizi

Influenza sonrası profilaksi için antiviral ilaçların etkinliğini güncellemek amacıyla Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kılavuzlarını güncellemek üzere sistematik bir inceleme ve ağ meta-analizi yapıldı. Çalışma, zanamivir, oseltamivir, laninamivir ve baloxavir’in, şiddetli hastalık riski yüksek bireylerde semptomatik influenza riskini önemli ölçüde azalttığını buldu. Bu ilaçlar ayrıca, şiddetli hastalıkla ilişkili yeni influenza A virüslerine maruz kalan bireylerde semptomatik zoonotik influenza riskini de azaltabilir. Bu, özellikle influenza aşısı mevcut olmadığı veya çeşitli nedenlerle etkili olmadığı zamanlarda önemlidir.

Maruz kalma öncesi ve sonrası antiviral profilaksi, bireylerin şiddetli influenza komplikasyonları riskinin arttığı durumlarda influenza önlenmesinde çok önemli bir rol oynayabilir. İncelemede, virüse açıkça maruz kalan, maruz kalma durumu belirsiz olan veya maruz kalma öncesi profilaksi için popülasyonlar üzerinde mevsimsel veya pandemi influenza karşı maruz kalma sonrası profilaksi için randomize kontrollü çalışmalar değerlendirildi.

Bulgular, zoonotik influenza karşı maruz kalma sonrası profilaksi için antiviral ilaçların, mevsimsel influenza için olanlarla benzer advers olay riskleri taşıdığını göstermektedir. Antiviral ilaçlar, özellikle aşı etkinliği bozulduğunda, yüksek riskli popülasyonlarda influenza önlenmesinde değerli bir araç olabilir. Sistematik inceleme, WHO tarafından influenza önlenmesinde antiviral ilaç kullanımına dair kılavuzların geliştirilmesi için önemli bilgiler sağlamaktadır.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Zhao Y, Gao Y, Guyatt G, Uyeki TM, Liu P, Liu M, Shen Y, Chen X, Luo S, Li X, Huang R, Hao Q. Antivirals for post-exposure prophylaxis of influenza: a systematic review and network meta-analysis. Lancet. 2024 Aug 24;404(10454):764-772. doi: 10.1016/S0140-6736(24)01357-6. PMID: 39181596.)

Diyabet, Prediyabet ve Beyin Yaşlanması: Sağlıklı Yaşam Tarzının Rolü

Diyabet, Prediyabet ve Beyin Yaşlanması: Sağlıklı Yaşam Tarzının Rolü

Demans için bilinen bir risk faktörü olan diyabet, erken evrelerde beyin yaşlanmasının hızlanmasına bağlıdır. Diyabet ve prediyabet dahil olmak üzere hiperglisemi, beyin yaşlanmasının hızlanmasıyla ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte, fiziksel aktiviteyle meşgul olmak ve sigara içmekten ve aşırı alkol tüketmekten kaçınmak, (pre)diyabetin beyin sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yardımcı olabilir. 1.079 beyin MRI fenotipi içeren yakın tarihli bir araştırma, (pre)diyabet ile daha yaşlı beyin yaşı arasında bir bağlantı buldu. Beyin yaş farkı (BAG), bir bireyin beyin yaşı ile kronolojik yaşı arasındaki farkı temsil eder. Diyabet ve prediyabet, her ikisi de beyin yaşlanmasının hızlanmasıyla ilişkilendirildi, özellikle de global beyin atrofisi ile bağlantılı oldukları beyin MRI çalışmalarında. Çalışma ayrıca, diyabet, prediyabet ve beyin yaşlanması arasındaki bağlantıda cinsiyet ve kardiyometabolik risk faktörlerinin rolünü araştırdı. Sonuçlar, diyabet ve prediyabetin beyin yaşlanmasının hızlanmasıyla ilişkili olduğunu, ancak bunun cinsiyet ve kardiyometabolik risk faktörleri gibi çeşitli faktörlerden etkilenebileceğini gösterdi. Çalışma, (pre)diyabetin beyin sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmede yaşam tarzı faktörlerinin önemini vurguladı. (Pre)diyabet ile beyin yaşlanması arasındaki ilişkiyi anlayarak, araştırmacılar diyabet veya prediyabetli kişilerde beyin sağlığını teşvik etmek ve bilişsel gerilemeyi önlemek için stratejiler belirlemeyi umuyor.

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Dove A, Wang J, Huang H, Dunk MM, Sakakibara S, Guitart-Masip M, Papenberg G, Xu W. Diabetes, Prediabetes, and Brain Aging: The Role of Healthy Lifestyle. Diabetes Care. 2024 Aug 28:dc240860. doi: 10.2337/dc24-0860. Epub ahead of print. PMID: 39193914.)

Mendelian Randomizasyon Ve Gerçek Dünya Farmakovijilans Veritabanı Kullanılarak Yaygın İlaçlar Ile Psikiyatrik Bozukluklar Arasındaki İlişkinin Kapsamlı Bir Değerlendirmesi

Mendelian Randomizasyon Ve Gerçek Dünya Farmakovijilans Veritabanı Kullanılarak Yaygın İlaçlar Ile Psikiyatrik Bozukluklar Arasındaki İlişkinin Kapsamlı Bir Değerlendirmesi

Yaygın ilaçların beyin yapısı ve psikiyatrik bozukluk riski üzerindeki etkilerini araştıran bir çalışma, Mendelian Rastgeleleştirme (MR) tekniklerini kullanarak altı ilaç kategorisi ve 477 beyin görüntüleme türevi fenotipini (IDP) hedefledi. Çalışma, 19 ilaç sınıfından 6’sının psikiyatrik yan etkiler riskinin artmasıyla ilişkili olduğunu buldu, bu da yaygın ilaçların beyin yapısı üzerinde bir etkiye sahip olabileceğini ve psikiyatrik bozukluk geliştirme olasılığını artırabileceğini gösteriyor. Çalışmayla ilişkili anahtar kelimeler arasında Farmasötik Gözetim, Mendelian Rastgeleleştirme, Psikiyatrik Bozukluklar ve Beyin Yapısı yer almaktadır.

Çalışma, belirli ilaç sınıflarının etkilerini vekaleten göstermek ve beyin yapısı ve psikiyatrik bozukluklar üzerindeki olası etkisini değerlendirmek için MR yöntemini kullandı. Özellikle, araştırmacılar altı kategori yaygın ilacın 477 beyin görüntüleme türevi fenotip ve majör depresif bozukluk prevalansı üzerindeki nedensel etkisine baktılar. Çalışma ayrıca, çoklu maruz kalmanın beyin yapısı ve psikiyatrik bozukluklar üzerindeki kombine etkilerini incelemek için çok değişkenli MR (MVMR) içerdi. Sonuçların geçerliliğini sağlamak için her ilaç sınıfı için kontrol analizleri yapıldı.

İlaç hedefli MR çalışmasını yürütürken, araştırmacılar yaygın ilaçların psikiyatrik bozukluklar üzerindeki etkilerini analiz etmek için iki farklı yöntem kullandı. Duyarlılık analizleri de yapıldı, MR Egger anlamlı sonuçlar üretti. IVW-MR yönteminden gelen ısı haritaları ve anlamlı sonuçlar, yaygın ilaçların psikiyatrik sonuçlar üzerindeki etkileri hakkında bulguları görselleştirmek ve yorumlamak için kullanıldı. Genel olarak, çalışma, yaygın ilaçların beyin yapısı üzerindeki ve psikiyatrik bozukluk geliştirme riskini üzerindeki potansiyel etki hakkında değerli bilgiler sunuyor ve ruh sağlığı üzerindeki ilaç etkilerini izlemede farmasötik gözetim önemini vurguluyor. 

Hazırlayan: Elif Özge İnan

(Chen Z, Wang X, Teng Z, Huang J, Mo J, Qu C, Wu Y, Liu Z, Liu F, Xia K. A comprehensive assessment of the association between common drugs and psychiatric disorders using Mendelian randomization and real-world pharmacovigilance database. EBioMedicine. 2024 Aug 26;107:105314. doi: 10.1016/j.ebiom.2024.105314. Epub ahead of print. PMID: 39191171.)

Yapay Olarak Tatlandırılmış İçecek Tüketimi Ve Tüm Nedenlere Ve Nedenlere Özgü Ölüm Oranı

Yapay Olarak Tatlandırılmış İçecek Tüketimi Ve Tüm Nedenlere Ve Nedenlere Özgü Ölüm Oranı: Prospektif Kohort Çalışmalarının Güncellenmiş Sistematik Bir İncelemesi Ve Doz-Yanıt Meta-Analizi

Yapay tatlandırıcılı içeceklerin (ASB) tüketiminin, tüm nedenlere bağlı ölüm (all-cause mortality) ve kardiyovasküler hastalıklardan (CVD) kaynaklanan ölüm riskini artırdığı bu çalışmayla gösterilmiştir. ASB tüketimi, kanser kaynaklı ölüm riskini arttırmamaktadır. Yüksek ASB tüketimi, düşük ASB tüketimine kıyasla genel ölüm riskini %13, kardiyovasküler ölüm riskini ise %26 arttırmaktadır. Her bir ek ASB tüketimi, tüm nedenlere bağlı ölüm riskini %6, kardiyovasküler ölüm riskini ise %7 oranında artırmaktadır. Şekerli içeceklerin (SSB) ASB ile değiştirilmesi, genel ölüm ve kardiyovasküler ölüm riskini azaltmaktadır.

 

Daha önce yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında, bu çalışma ASB tüketimi ile ölüm riski arasındaki zararlı ilişkiyi doğrulamaktadır ve bu konuda yapılan en kapsamlı meta-analizlerden biridir. Ancak ASB tüketimi ile ilgili mekanizmalar hala tam olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmada ASB tüketiminin obezite, yüksek glikoz seviyeleri ve iltihaplanma gibi kardiyometabolik risk faktörleri ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. 

 

Bu çalışmanın bulguları, ASB tüketiminin sağlık risklerini daha iyi anlamak için gelecekteki araştırmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Ek olarak diyet kılavuzlarının oluşturulmasına katkı sağlayabilecek önemli bilgiler sunmaktadır. Yine de sonuçlar dikkatli bir şekilde yorumlanmalı ve gözlemsel çalışmaların sınırlamaları göz önünde bulundurulmalıdır.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz

(Chen Z, Wei C, Lamballais S, Wang K, Mou Y, Xiao Y, Luo F, Bramer WM, Voortman T, Zhou S. Artificially sweetened beverage consumption and all-cause and cause-specific mortality: an updated systematic review and dose-response meta-analysis of prospective cohort studies. Nutr J. 2024 Jul 31;23(1):86. doi: 10.1186/s12937-024-00985-7. PMID: 39085903; PMCID: PMC11290234.)

IVF / ICSI Uygulanan Yumurtalık Rezervi Azalmış Kadınlar İçin Koenzim Q10 Ön Tedavisinin Klinik Kanıtı

IVF / ICSI Uygulanan Yumurtalık Rezervi Azalmış Kadınlar İçin Koenzim Q10 Ön Tedavisinin Klinik Kanıtı: Sistematik Bir İnceleme Ve Meta-Analiz

Yumurtalık rezervi düşük (DOR) olan kadınlarda, IVF/ICSI tedavisi öncesi Koenzim Q10 (CoQ10) takviyesinin tedavi sonuçlarını iyileştirebileceğini gösterilmiştir. Araştırmada; CoQ10’un klinik gebelik oranlarını artırdığını, toplanan yumurta sayısını ve optimal embriyo sayısını yükselttiğini, döngü iptali ve düşük oranlarını ise azalttığını bulunmuştur. Ek olarak CoQ10 takviyesinin yumurta kalitesini artırarak embriyo gelişimini desteklediği ve E2 seviyelerini iyileştirdiği belirlenmiştir.

 

CoQ10’un hücre yaşlanmasını önleyen, kromozom hizalanmasını düzelten ve mitokondri dağılımını iyileştiren etkileri olduğu düşünülmektedir. CoQ10’un oksidatif stresi azalttığı, inflamasyonu düşürdüğü ve oositlerde DNA hasarını onardığı belirtilmiştir. Bu özelliklerin IVF/ICSI sonuçlarında olumlu etkiler yaratarak, özellikle düşük yumurtalık rezervine sahip kadınlar için önemli bir tedavi seçeneği sunduğu görülmektedir.

 

Bu çalışmanın bazı sınırlamaları da vardır. Çalışmaya dahil edilen altı çalışma, Çin’de yapılmıştır ve metodolojik açıdan bazı eksiklikler taşımaktadır. Gelecekte, daha büyük örneklem büyüklükleri ile daha iyi tasarlanmış çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu da CoQ10’un DOR’lu kadınlarda IVF/ICSI sonuçları üzerindeki etkilerini daha kesin bir şekilde ortaya koymak için önemlidir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz

(Lin G, Li X, Jin Yie SL, Xu L. Clinical evidence of coenzyme Q10 pretreatment for women with diminished ovarian reserve undergoing IVF/ICSI: a systematic review and meta-analysis. Ann Med. 2024 Dec;56(1):2389469. doi: 10.1080/07853890.2024.2389469. Epub 2024 Aug 12. PMID: 39129455; PMCID: PMC11321116.)

Majör Depresif Bozukluğu Olan Erişkinlerde Antidepresan Tedaviye Ek Olarak Bir Dijital Terapötiğin (CT-152) Etkinliğinin Değerlendirilmesi

Majör Depresif Bozukluğu Olan Erişkinlerde Antidepresan Tedaviye Ek Olarak Bir Dijital Terapötiğin (CT-152) Etkinliğinin Değerlendirilmesi: MİRAİ Uzaktan Çalışması Protokolü

CT-152’nin antidepresan tedaviye (ADT) ek olarak depresyon tedavisinde kullanımı ilk kez bu çalışmada araştırılmıştır. CT-152, bilişsel-duygusal eğitim ve davranışsal müdahale bileşenlerine sahip bir dijital terapi (DTx) olarak diğer dijital araçlardan farklıdır. Güvenlik analizleri, CT-152’nin düşük güvenlik riski taşıyıp taşımadığını ve katılımcılar tarafından iyi tolere edilip edilmediğini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Sahte bir DTx kullanılarak yapılan karşılaştırmalar, CT-152’nin etkilerinin doğru bir şekilde değerlendirilmesini sağlamıştır.

 

Çalışma, depresyon tedavisinde dijital müdahalelere yönelik güvenlik değerlendirmelerinin nadiren yapıldığına dikkat çekmiştir. CT-152’nin dijital teslimat mekanizmaları nedeniyle iyi tolere edilmesi beklenmiştir. Sahte DTx kullanımı, katılımcıların ve araştırmacıların tedavi grubundan haberdar olmasını engelleyerek önyargıyı azaltmıştır. Çalışmada hasta memnuniyeti ve tedaviye uyum gibi DTx’ler için önemli olan, ancak farmakolojik tedavilerde yaygın olarak ele alınmayan hususlar da değerlendirilmiştir.

 

Bu çalışmanın bazı sınırlamaları vardır, örneğin 22 yaşından küçük veya 65 yaşından büyük yetişkinleri içermemesi, dolayısıyla bu yaş gruplarındaki olası faydaların gelecekteki araştırmalarda incelenmesi gerekmektedir. Çalışmanın sonuçları sadece ADT ile birlikte kullanılan CT-152 için geçerli olup, bu dijital müdahalenin ADT olmadan kullanılmasına genellenemez. Dijital okuryazarlık ve teknolojik erişim gibi konularda sınırlamalar olabileceği de belirtilmiştir. DTx’lerin etkili ve güvenli olup olmadığını değerlendirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz

(Rothman B, Slomkowski M, Speier A, Rush AJ, Trivedi MH, Lawson E, Fahmy M, Carpenter D, Chen D, Forbes A. Evaluating the Efficacy of a Digital Therapeutic (CT-152) as an Adjunct to Antidepressant Treatment in Adults With Major Depressive Disorder: Protocol for the MIRAI Remote Study. JMIR Res Protoc. 2024 Aug 20;13:e56960. doi: 10.2196/56960. PMID: 39163592.)

Miyokard İskemisi-Reperfüzyon Hasarı Olan Sıçan Modellerinde Tanshinone IIA'nın Etkinliği

Miyokard İskemisi-Reperfüzyon Hasarı Olan Sıçan Modellerinde Tanshinone IIA’nın Etkinliği: Sistematik Bir Mini İnceleme Ve Meta-Analiz

Bu sistematik inceleme ve meta-analizde, tanshinone IIA’nın sıçan modellerinde MIRI (myokardiyal iskemi-reperfüzyon hasarı) tedavisindeki etkinliğini ve kullanımı araştırılmıştır. Çalışmalarda sol ön inen koroner arterin ligasyonu ve serbest bırakılması, verilerin geçerliliğini ve güvenilirliğini sağlamak amacıyla tutarlı olarak kullanılmıştır. Tanshinone IIA tedavisinin etkileri, süperoksit dismutaz (SOD) ve malondialdehit (MDA) seviyeleri ile değerlendirilmiştir. SOD, vücutta serbest radikalleri temizleyen bir enzim olup, MDA ise oksidatif stresin bir göstergesidir. İnceleme sonuçları, tanshinone IIA tedavisinin MIRI olan sıçanlarda SOD seviyelerini artırdığını ve MDA seviyelerini azalttığını göstermiştir.

 

Oksidatif stres, miyokardiyal hasarın patogenezinde önemli bir rol oynamaktadır. Miyokardiyal iskemi ve hipoksi sırasında serbest radikallerin üretimi artar ve bu durum kalp hücrelerinin zarlarının geçirgenliğini artırabilir. SOD, serbest radikalleri nötralize ederek ve yüksek derecede reaktif hidroksil radikallerinin oluşumunu baskılayarak, miyokardiyal hasarı azaltır. Tanshinone IIA tedavisinin, çeşitli alt gruplarda (iskemi süresi, reperfüzyon süresi, dozaj, uygulama yolu ve tedavi zamanı gibi) SOD seviyelerini artırdığı bulunmuştur. Ancak bazı alt gruplarda heterojenlik devam etmekte ve bu heterojenliğin ölçüm farklılıkları ve deneylerin uygulama yeri gibi faktörlerden kaynaklanabileceği belirtilmiştir.

 

MDA, lipid peroksidasyonunun bir sonucu olarak oluşan ve hücre zarının bozulmasını belirten bir bileşendir. Tanshinone IIA’nın, MDA seviyelerini azalttığı ve bu etkinin çeşitli alt gruplarda tutarlı olduğu gözlemlenmiştir. Ancak uzun iskemi sürelerinde tanshinone IIA’nın MDA seviyelerini anlamlı şekilde azaltmadığı bulunmuştur. Bu çalışma, tanshinon IIA’nın MIRI tedavisinde laboratuvar araştırmalarından klinik tedavilere potansiyel olarak dönüştürülmesi için önemli bir umut taşıdığını öne sürmektedir. Çalışmanın sınırlamaları arasında dil ve yayın tarama kısıtlamaları, heterojenlik ve bazı metodolojik eksiklikler bulunmaktadır. Daha büyük ve yüksek kaliteli çalışmalarla sonuçların doğruluğunun arttırılması gerekmektedir.

Hazırlayan: Şevval Kurnaz

(Zhang X, Jiang H, Zhang L, Chen C, Xing M, Du D, Li Y, Ma Y, Ma Y, Li C. Efficacy of tanshinone IIA in rat models with myocardial ischemia-reperfusion injury: a systematic mini-review and meta-analysis. PeerJ. 2024 Aug 16;12:e17885. doi: 10.7717/peerj.17885. PMID: 39161965; PMCID: PMC11332391.)

Ultra İşlenmiş Gıda Tüketimi Ve Yeni Ortaya Çıkan Kronik Böbrek Hastalığı Riski

Ultra İşlenmiş Gıda Tüketimi Ve Yeni Ortaya Çıkan Kronik Böbrek Hastalığı Riski: Kohort Çalışmaları Üzerine Sistematik Bir Derleme Ve Meta-Analiz

Bu makalede tartışılan meta-analiz, ultra işlenmiş gıda (UPF) tüketimi ile kronik böbrek hastalığı (CKD) gelişme riski arasında olumlu bir ilişki olduğunu vurgulamaktadır. ABD, Hollanda, Çin ve Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen dört kohort çalışması boyunca, UPF tüketimi en yüksek çeyrekte olan bireylerin, en düşük çeyrekte olanlara kıyasla önemli ölçüde daha yüksek CKD riski taşıdığı bulunmuştur. Sonuçlar ayrıca, UPF’nin minimal işlenmiş gıdalarla değiştirilmesinin bu riski potansiyel olarak azaltabileceğini öne sürmektedir. Ancak, NOVA kullanılarak yapılan gıda sınıflandırmasının doğruluğu ve gıda sıklığı anketleri (FFQ’lar) ve 24 saatlik diyet hatırlatmaları gibi diyet değerlendirme araçlarının sınırlamaları, bu bulguların kesinliği konusunda endişelere yol açmaktadır.

 

Makale, bireysel besinlere odaklanan geleneksel gıda sınıflandırmasının, gıdaları işlenme derecesine göre sınıflandıran NOVA sisteminden nasıl farklılaştığını tartışmaktadır. Meta-analize dahil edilen çalışmalar, UPF alımını değerlendirmek için öz-beyan edilen verilere dayanmıştır, bu da hatırlama yanlılığı ve porsiyon boyutu tahmininde hatalar olasılığını artırmaktadır. Çalışmaların yüksek kalitesine rağmen (NOS puanları ile gösterildiği üzere), meta-analiz, verilerin gözlemsel doğası, takip sürelerindeki değişkenlik ve dahil edilen çalışma sayısının azlığı ile sınırlıdır. Sonuç olarak, bulgular UPF alımı ile CKD arasında bir ilişki olduğunu öne sürse de nedensel bir ilişki kurulamaz.

 

UPF tüketimi ile CKD arasındaki bağlantıyı keşfetmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Makalede, UPF’lerin genellikle böbrek hasarına katkıda bulunabilecek katkı maddeleri ve koruyucular içerdiği, ayrıca şeker, yağ ve sodyum gibi yüksek seviyelerde bileşenlerin obezite ve hipertansiyonu teşvik ettiği, bu durumların ise CKD için iki büyük risk faktörü olduğu belirtilmektedir. UPF’lerin sağlık üzerindeki etkilerine olan ilginin artmasına rağmen, özellikle UPF alımının CKD prognozu üzerindeki etkisi konusunda, bu alanda hala yüksek kaliteli araştırmalar eksiktir. Makale, UPF’ler ve CKD arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak ve altta yatan mekanizmaları açıklamak için daha standartlaştırılmış klinik çalışmalara ihtiyaç olduğunu belirterek sona ermektedir.

 

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Xiao B, Huang J, Chen L, Lin Y, Luo J, Chen H, Fu L, Tang F, Ouyang W, Wu Y. Ultra-processed food consumption and the risk of incident chronic kidney disease: a systematic review and meta-analysis of cohort studies. Ren Fail. 2024 Dec;46(1):2306224. doi: 10.1080/0886022X.2024.2306224. Epub 2024 Feb 12. PMID: 38345016; PMCID: PMC10863522.)

Uyuşturucu Enjekte Eden Kişiler Arasında Hepatit C Virüsü Yeniden Enfeksiyonu: HERO Çalışmasının Uzun Dönem Takibi

Uyuşturucu Enjekte Eden Kişiler Arasında Hepatit C Virüsü Yeniden Enfeksiyonu: HERO Çalışmasının Uzun Dönem Takibi

Bu kohort çalışması, HERO çalışmasının bir parçası olarak, uzun bir süre boyunca enjeksiyon yoluyla uyuşturucu kullanan kişilerde (PWID) Hepatit C Virüsü (HCV) yeniden enfeksiyon oranlarını incelemektedir. 415 katılımcı arasından 59’u yeniden enfekte olmuş ve bu da 100 kişi-yılı başına 11,4’lük bir yeniden enfeksiyon oranı ile sonuçlanmıştır. En yüksek oranlar, sürekli virolojik yanıt (SVR) elde edildikten kısa süre sonra görülmüştür. Çalışma, enjeksiyon malzemelerinin paylaşılmasının, özellikle genç bireyler ve belirli demografik profillere sahip kişiler arasında yeniden enfeksiyon riskini önemli ölçüde artırdığını bulmuştur. Ayrıca, HERO çalışmasındaki yeniden enfeksiyon oranlarının, önceki çalışmalarda bildirilenlerden daha yüksek olduğu, bunun da çalışma tasarımı, enjeksiyon yoluyla uyuşturucu kullanımı (IDU) tanımları ve farklı eyaletlerdeki doğrudan etkili antiviral (DAA) tedavilerine erişim farklılıklarından kaynaklanabileceği belirtilmiştir.

 

Çalışma, özellikle SVR elde edildikten sonraki ilk dönemde gözlemlenen yüksek yeniden enfeksiyon oranları göz önüne alındığında, yeniden enfeksiyonu önlemek için erken müdahalenin önemini vurgulamaktadır. Çalışma sahaları arasındaki yeniden enfeksiyon oranlarındaki farklılıkların, HCV prevalansı, tedaviye erişim ve katılımcılar arasındaki yüksek riskli davranışlardaki değişikliklerden kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca, yeniden enfeksiyonun, DAA’lara erişimi kısıtlayan Medicaid politikalarının olduğu eyaletlerde daha olası olduğu, bu da farklı bölgelerde tedavi kapsamının eşitsizliğine yol açtığı vurgulanmıştır. Bu bulgular, yeniden enfeksiyon riskinin bireysel davranışlar ve sağlık hizmetlerine erişim gibi sistemik faktörlerin bir kombinasyonundan etkilendiğini göstermektedir.

 

Çalışma, PWID arasında HCV yeniden enfeksiyonunu azaltmak için steril enjeksiyon ekipmanlarının sağlanması ve enjeksiyon toplulukları içinde tam tedavi erişimi sunan merkezi olmayan bakım modelleri gibi kapsamlı halk sağlığı stratejilerine duyulan ihtiyacı vurgulayarak sona ermektedir. Veriler, yeniden enfeksiyonların çoğunun SVR elde edildikten sonraki 24 hafta içinde meydana geldiğini göstermekte olup, yeniden enfeksiyonu önlemek için erken ve etkili müdahalelerin önemini ortaya koymaktadır. HERO çalışmasının bulguları, yüksek riskli davranışları belirleyerek ve daha yoğun takip ve hızlı yeniden tedavi gerektiren PWID için hedeflenen müdahaleleri uygulayarak HCV’yi ortadan kaldırma ve yeniden enfeksiyon oranlarını azaltma çabalarına yön verecektir.

 

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Litwin AH, Tsui JI, Heo M, Mehta SH, Taylor LE, Lum PJ, Feinberg J, Kim AY, Norton BL, Pericot-Valverde I, Arnsten J, Meissner P, Karasz A, McKee MD, Ward JW, Johnson N, Agyemang L, Stein ES, Thomas A, Borsuk C, Blalock KL, Wilkinson S, Wagner K, Carty J, Murray-Krezan C, Anderson J, Jacobsohn V, Luetkemeyer AF, Falade-Nwulia O, Groome M, Davies S, Costello K, Page K; HERO Study Group. Hepatitis C Virus Reinfection Among People Who Inject Drugs: Long-Term Follow-Up of the HERO Study. JAMA Netw Open. 2024 Aug 1;7(8):e2430024. doi: 10.1001/jamanetworkopen.2024.30024. PMID: 39186268.)

Diyabetik Retinopati Nedeniyle Kör Veya Görme Engelli Kişi Sayısına Dair Küresel Tahminler

Diyabetik Retinopati Nedeniyle Kör Veya Görme Engelli Kişi Sayısına Dair Küresel Tahminler: 2000’den 2020’ye Kadar Bir Meta-Analiz

Bu meta-analiz, 2000’den 2020’ye kadar diyabetik retinopati (DR) nedeniyle oluşan körlük ve orta ile şiddetli görme kaybı (MSVI) için küresel tahminler sunmaktadır. DR hala yaygın olmasına rağmen, çalışma, 2010’dan 2020’ye kadar küresel körlük ve MSVI’ye katkısında hafif bir azalma olduğunu belirtmektedir. 2020’de DR, küresel körlüğün %2,5’ini ve MSVI’nin %1,1’ini oluşturuyordu; bu oranlar 2010’da sırasıyla %2,6 ve %1,9 idi. DR’ye bağlı körlük ve MSVI’nin en yüksek prevalansı Kuzey Afrika, Orta Doğu, Sahra Altı Afrika ve Güney Asya gibi bölgelerde gözlemlenirken, yüksek gelirli bölgelerde en düşük prevalans bildirilmiştir. Çalışma, DR’ye bağlı körlük ve MSVI yaşayan insan sayısındaki artışı, yaşa göre nispeten sabit kalan prevalans oranlarına rağmen nüfus artışı ve yaşlanmaya bağlamaktadır.

 

Çalışma, DR’ye bağlı körlüğün kadınlar arasında erkeklere göre daha fazla arttığını, özellikle Güney Asya, Güneydoğu Asya, Doğu Asya ve Okyanusya ve Sahra Altı Afrika gibi bölgelerde bu artışın daha belirgin olduğunu bulmuştur. Bu cinsiyet farkına katkıda bulunan faktörler arasında yaşam süresi farkları, sağlık hizmetlerine erişim ve hamilelikle ilgili riskler yer almaktadır. Ayrıca, kadınların koruyucu karotenoidler olan lutein ve zeaksantin gibi retinal seviyelerinin daha düşük olabileceği ve bu durumun DR’ye bağlı körlük risklerini artırabileceği belirtilmektedir. Çalışma, DR’ye bağlı körlük ve MSVI yükünü azaltmak için, özellikle kadınlar arasında, sağlık hizmetlerine erişimi ve önleyici tedbirleri iyileştirerek hedeflenen müdahalelerin gerekliliğini vurgulamaktadır.

 

Tıbbi teknoloji ve tedavideki ilerlemelere rağmen, MSVI yaşayan kişi sayısını azaltmasına rağmen, DR’ye bağlı körlük önemli bir küresel sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Çalışma, önlenebilir körlük ve MSVI’yi engellemek için erken teşhis ve zamanında tedavinin önemini vurgulamaktadır. Bulgular, farklı bölgelerdeki değişken prevalans oranları ve sağlık hizmetlerine erişim zorluklarını ele almak için bölgeye özgü sağlık politikalarına duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. DR’nin küresel yükünün 2045’e kadar yüksek kalması beklenirken, özellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Batı Pasifik gibi bölgelerde yenilikçi önleme ve tedavi stratejilerinin küresel göz sağlığını iyileştirmek için gerekli olduğu belirtilmektedir.

 

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Vision Loss Expert Group of the Global Burden of Disease Study; GBD 2019 Blindness and Vision Impairment Collaborators. Global estimates on the number of people blind or visually impaired by diabetic retinopathy: a meta-analysis from 2000 to 2020. Eye (Lond). 2024 Aug;38(11):2047-2057. doi: 10.1038/s41433-024-03101-5. Epub 2024 Jun 27. PMID: 38937557; PMCID: PMC11269692.)

Koruyucu Bakım, Erken Psikososyal Yoksunluk Geçiren Ergenlerde Daha Düşük Huzursuzluğa Yol Açar

Koruyucu Bakım, Erken Psikososyal Yoksunluk Geçiren Ergenlerde Daha Düşük Huzursuzluğa Yol Açar

Çalışma, yüksek kaliteli koruyucu bakım ile kurumsal bakım arasındaki etkiyi, erken dönem psikososyal yoksunluk yaşamış ergenlerde huzursuzluk üzerindeki etkisini araştırmaktadır. Bulgular, erken yaşta kurumsal bakım yaşamış ergenlerin, hiç kurumsal bakıma maruz kalmamış akranlarına göre 16 yaşında daha yüksek huzursuzluk seviyeleri gösterdiğini ortaya koymaktadır. Önemli olarak, yüksek kaliteli koruyucu bakıma rastgele atanan bireylerin, kurumsal bakımda kalanlara kıyasla anlamlı şekilde daha düşük huzursuzluk seviyeleri sergiledikleri bulunmuştur. Bu, koruyucu bakım yoluyla erken müdahalenin, erken kurumsal yoksunluk ile ilişkilendirilen bazı olumsuz duygusal sonuçları hafifletebileceğini önermektedir.

 

Sonuçlar mevcut literatürle uyumludur ve erken yoksunluk ile artmış huzursuzluk arasındaki bağlantıyı güçlendirmektedir. Çalışma, kurumsal bakım geçmişi olan ergenlerin, bu tür bir geçmişi olmayanlara kıyasla daha yüksek huzursuzluk seviyeleri gösterdiğini bulmuştur. Ayrıca, koruyucu bakımın huzursuzluğu azaltma faydası, temel negatif duygusal durum dikkate alındığında bile anlamlı kalmıştır. Bu, yüksek kaliteli koruyucu bakımın, erken kurumsal bakım yaşamış gençlerin karşılaştığı duygusal zorlukları ele almadaki kritik rolünü desteklemektedir.

 

Bu bulgulara rağmen, çalışma birkaç sınırlama kabul etmektedir; bunlar arasında nispeten küçük bir örneklem büyüklüğü ve örneklem yanlılığı potansiyeli bulunmaktadır. Ayrıca, çalışmanın huzursuzluk gibi transdiagnostik bir özelliğe odaklanmasının, daha geniş psikopatolojik sorunları tam olarak yansıtmayabileceğini belirtmektedir. Çalışma, aile temelli bakımın kurumsal ortamlardan üstün tutulduğu daha fazla araştırma ve politika girişimlerini önermektedir. Erken dönem psikososyal yoksunluk yaşamış çocuklar için yüksek kaliteli koruyucu bakıma ve diğer aile temelli yerleştirmelere yapılan sürekli yatırımların, uzun vadede ergen refahı üzerindeki olumlu etkilerini vurgulamaktadır.

 

Hazırlayan: Oğuzalp Atalay

(Niu Y, Buzzell GA, Cosmoiu A, Fox NA, Nelson CA, Zeanah CH, Humphreys KL. Foster Care Leads to Lower Irritability Among Adolescents with a History of Early Psychosocial Deprivation. Res Child Adolesc Psychopathol. 2024 Aug;52(8):1183-1192. doi: 10.1007/s10802-024-01193-x. Epub 2024 Apr 20. PMID: 38642277; PMCID: PMC11288996.)